“Çoklu Perspektifler” serisi mimari, kent ve kent içinde insan arasındaki ilişkiyi fotoğraf üzerinden irdeliyor.
Dördüncü konuğumuz Edouard Sepulchre. Uzun yıllardır reklamcılık alanında çalışan Sepulchre, “sanat ile belgesel arasında gidip gelen” projeler deneyimlemek amacıyla fotoğrafçılığa geçiş yaptı.
“Amerika ve Paris’in çeperlerinde çektiğim fotoğraflardan küçük bir seri oluşturdum. Yanyana konulduğunda, bu fotoğraflar birbirine yakın coğrafyalarda çekilmiş sanılacaktır.”
Reklamcılıkla başlayan kariyerin, sonrasında fotoğrafçılıkla devam etti. Bu kararının arkasındaki neden neydi?Her ne kadar işimin entellektüel temelini oldukça ilginç bulsam da, yıllar geçtikçe nihai amacın ne olduğu ile ilgili düşünmeye başladım. Her şey fazla kolay gelmeye başlamıştı, ta ki çalışma alanımın ömür boyu sürebilecek bir proje olmadığını anlayana kadar. Kendimi, başka bir şeyleri, sanat ve belgesel arasında bir şeyleri denemeye zorlamam gerekiyordu.
Amerika’dan Paris’e, şaşırtıcı ayrıntıları yakalamak amacıyla seyahat ettin. Bu iki apayrı bölgenin banliyöleri arasındaki farklar neler?
Batı Amerika ile Paris’in sınırları arasında hiçbir alaka olmasa da, belirli etmenler çerçevesinde paralellikler çizebildim. Bu iki kırsalın en büyük farkları ölçek ve şeylerin kapladığı alanlar. Paris’te doğru mesafeyi bulmak oldukça zorlayıcı, yapılar birbirlerine yakın ve tasarımsal açıdan çok daha dikey. Buna ek olarak, Paris’in grafiksel doğası geçmişle homojen bir dağılımla bağdaşmış olduğundan tarzı daha klasik. Modern mimari, kişisel fotoğrafçılık anlayışımla çoğunlukla uyuşmadığında, sürekli olarak bakış açımla örtüşecek şeyler aramak durumunda kalıyorum.
Soruna cevaben, Amerika ve Paris’in çeperlerinde çektiğim fotoğraflardan küçük bir seri oluşturdum. Yanyana konulduğunda, bu fotoğraflar birbirine yakın coğrafyalarda çekilmiş sanılacaktır. Görseller, yalnızca tek bir detaya odaklanıyor olsa da grafik benzerlikler paylaşıyorlar. Ve bu da, birbirlerinden kilometrelerce uzakta konumlanan özneler arasında bir birlik hissi yaratmaya yetiyor.
Geniş alanlar ve yatay çizgiler çalışmalarında neden önemli bir yer tutuyor?
Geniş, açık alanlar ve sonsuz ufuklar, özgürlük ve bilinmeyenin etkileyiciliği ile eşanlamlı. Aynı zamanda da fazlasıyla sinematografik. Sadece boş alanları fotoğraflamıyorum, aynı zamanda da insan varlığının bıraktığı izi yakalamakla ilgileniyorum.
Fotoğrafların tamamen gerçeği mi yansıtıyor yoksa kurgusal bir yanları da var mı?
Gerçeklik buradaki ham malzemeyken, sonucun amacı hayali alanı yaratmak. Bu sanatsal yaklaşım orijinal gibi görünmese de hepimizin kendi paralel dünyalarımızı yansıtmak için kendi tarifleri var. Akıcılığı ve imgesel bir dünyayı teşvik etmek için her seride birkaç öyküleyici içerik bulundurmayı seviyorum.
Kent fotoğraflarında sıcak, solgun ve davet edici tonları ortak nokta olarak gösterebiliriz. Bu tarz nasıl ortaya çıktı?
Öncelikle ve en önemli olarak, ilgi çekici ışığı yakalamak için doğadaki güneşi odağıma alıyorum. Projeye başlamadan önce tatmin edici bir görüntü elde etmek için birkaç renk ayarı yapıyorum. Fotoğrafın orijinaliyle fazla oynamamaya çalışıyorum. Buradaki temel fikir, tamamen gerçeği yansıtmayan ancak yapay ya da abartılmış da olmayan tonlar arasındaki ince çizgiyi bulabilmek.