New York'ta yaşayan görsel tasarımcı Sadi Tekin, şehrin herhangi bir noktasında herhangi bir anda yakaladığı olay, durum ve nesneleri kurşun kalem, sulu boya ya da üç boyutlu baskı aracılığıyla çalışmalarına yansıtıyor. Sadi'den Kuzguncuk'tan Brooklyn'e uzanan hikayesini dinledik.
New York'a taşınma kararını nasıl aldın? Kısaca hikayeni bizimle paylaşır mısın?
2011 senesinin 12 haziran günüydü. Kuzguncuk Çınaraltı'nda oturmuş genel seçim sonuçlarının açıklanmasını bekliyordum. O güne kadar hep bir inceden "Yurt dışında yaşasam keşke" vardı içimde bir yerlerde ama beni harekete geçirecek kadar sesi yükselmemişti. Seçim sonuçlarının açıklanması ve yaşadığım hayalkırıklığı ve umutsuzluk hissiyle birlikte içimdeki o ses bağırmaya başladı. O an kararı verdim ve harekete geçtim. 1 Mart 2012'de New York'a inmiştim.
İstanbul'dan New York'a ne taşıdın?
Gitme kararını aldığımda her şeyimi satıp dağıttığım için gerçek anlamda bir valiz ve bir sırt çantasıyla geldim buraya. Birkaç yazlık kıyafet, ayakkabı vs, biraz kalem defter, birkaç yeni insan, bazı fikirler, bolca bilinmezlik ve çokça umut.
Burada hangi mahallede yaşıyorsun? Mahallenin sana pozitif etkileri nedir?
Bir kaç taşınmadan sonra artık Greenpoint, Brooklyn'deyim. Nispeten sakin, yavaş bir muhit. İstanbul'da Kuzguncuk'ta yaşıyordum, bir miktar o havayı veriyor bana. Genel olarak huzur ve güven hissi diyebilirim etkisi.
Şehrin farklı köşelerinde; canavarlar, balıklar ve başka figürlerden tuttuğun peçete günlükleri biriktiriyorsun. Bu peçeteler senin bu şehirdeki belleğini mi temsil ediyor? Ne yapacaksın peçetelerle?
Bir günlük kadar olmasa da bir nevi bellek diyebiliriz belki de; yıllar içindeki değişimim, hem teknik açıdan hem de zihinsel olarak. İlk zamanlar çizdiklerime baktığımda bunu görebiliyorum rahatça. Peçete üzerine kompleks çizimleri hata yapmadan çizme pratiği de başlı başına ciddi bir egzersiz aslında, çünkü son çizgiyi yanlış çizdiğinizde bütün bir çizim çöp oluyor.
Peçetelerle hep bir sergi istiyorum ya da belki bir kitapta toplamak olabilir kısa öykülerimle birlikte. Şimdilik onlar da düşünüyorlar ne olacak bize diye. Bakalım...
Yarattığın karakterlerin hikayelerini seri bir şekilde izliyoruz; Sipsi, Monsters of New York ve Leblebi Adam gibi. Bu hikayeler nasıl hayata geçiyor, nasıl projelendiriyorsun?
İlk başta tabii bunlar rastlantısal çıkan ve gelişen fikirler. Biraz da zamanla ve tepkilerle şekilleniyor. Aklıma gelen şeyleri kime nasıl söyletmek istediğimle alakalı sanırım bu karakterler.
Monsters of New York, New York'a canavarlardan oluşan bir paralel evren yaratma projesi oldu benim için. Kesin şimdi şurada görmediğimiz bir canavar, şunu yapıyor da o yüzden burası böyle diyerek görüyorum şehirde olan biteni. Ya da daha büyük olasılıkla delirdim. Neyse ki MoNY'nin bir çocuk kitabı hazır bir süredir ve şu aralar yeni bir takım yayınevleriyle görüşmeler sürüyor. Belki o kadar da delirmemişimdir henüz, göreceğiz.
Günlük rutinin nasıl? Kimlerden, nelerden etkileniyorsun, motive oluyorsun?
Uyanmak, bir takım şeyler yemek, bir takım şeyler çizmek ve sonra tekrar uyumak dışında pek bir rutinim yok aslında. Kahve bir rutin olarak sayılabilir belki bir tek; o kahve anını bir nefes alma, bir anlık gözlerini kapama olarak görüyorum gün içinde. Motivasyon sıkıntım yok genelde, içeride acayip bir çizme enerjisi var. O nasıl oluştu işte ondan tam olarak emin değilim ama bazen aklıma gelen bir fikri kağıda dökmek için tansiyonumun yükseldiğini ya da karnıma ağrılar girdiğini söyleyebilirim.
İlham ya da etkilenmeler her an her şeyden olabiliyor. Bazen kendi halinde duran minik bir evin kırmızı kapısı, ya da yarı açık penceresinden görünen hayatın anlattığı hikaye veya terkedilmiş bir arabanın bakışları, bir sergideki bir tablo, bir güneş ışığı ya da bir göz yanılması, hepsi fikirlere dönüşüyor bir şekilde. Bu aralar biraz suluboyalar ve taramalar dünyasına merak sardım hafiften. Kim ne yapmış, neler kullanmışlar, nasıl yapmışlar kurcalıyorum çokça.
Bir de beni yeni malzeme ve teknolojiler çok heyecanlandırıyor. Bu aralar bir başka heyecanım ise 3 boyutlu yazıcılar. Bir kaç 3D printed yüzük hazır bile, satışa başlandı. Sırada illustrasyonlarımı üç boyutlu bastırmak var, belki sonrasında onlarla bir sergi olabilir.
Yaşadığımız dönemde üreten biri olarak; 10 yıl öncesi ve bugünü nasıl kıyaslarsın? Tasarımcı daha mı özgür, daha mı üretken oldu? Yoksa tam tersi mi? Kendine yeni icat ve proje çıkaran biri mi oldu? Bunun karşılığını alıyor mu tasarımcı sence?
İlerleyen zaman içinde teknolojiyle birlikte sanat ve tasarımın dalları çok fazla birbirinin içine girmeye, karışmaya başladı. Bir yandan bütün bu olup bitene bulaşmadan geleneksel şekilde devam etmek de mümkün ve ileriki zamanda çok da değerleneceğini düşünüyorum tekrar. Bir yandan da dünya hızla dijitalleşirken inanılmaz fırsatlar ortaya çıkıyor. Ben açıkçası bu iki dünya arasında gidip geliyorum; bir yandan kurşun kalem, mürekkep, sulu boyadan vazgeçemezken, bir yandan da yeni neler çıkıyor takip etmeye çalışıyorum heyecanla. Mesela 3B baskı yakın gelecekte inanılmaz yaygınlaşacak, orada büyük bir heyecan var. Geçenlerde Google Tilt Brush'la bir takım çizimler yapma fırsatım oldu, bu da inanılmaz heyecanlı bir fikir ve üstelik her şey daha yeni başlıyor.
Çok teşekkürler!