Tasarımcının Özgür Alanı: İletişim
Matali Crasset 90'larda Starck'ın ofisinden çıkarak Paris'in en kozmopolit mahallerinden biri olan Belleville'de kendi atölyesini açtı. Büyük bir tasarım stüdyosundan ziyade, butik bir ofiste tuttuğu pratiğinin ona daha özgür alanlar yarattığına inanıyor. En önemlisi de iletişimin, tasarımcının en güçlü silahı olduğunu düşünüyor. Geçtiğimiz Temmuz ayında Matali'nin Belleville'deki atölyesine konuk olduk, şehirler arasında gidip gelen üretim rutinlerini ve yaratıcı dünyanın yeni hallerini konuştuk.
"Tasarımcı düşünceyi bir yere ya da bir şeye, kimseye yapıştıramazsınız. Tasarımcının da hep aynı çizgide giden tutarlı bir metodolojisi yok ki!"
Sevgili Matali, kariyerinin başında nasıl bir tasarım sahnesi ile karşı karşıyaydın? Bugünle nasıl kıyaslarsın?
Bugünden tamamı ile farklıydı, o dönem Fransa’da sadece birkaç tasarımcı vardı. İtalya’daki gibi değildi. İtalya’da birçok usta ve bu ustaların yanında yetişen, gelecek vaat eden genç tasarımcılar vardı. İtalya’daki genç tasarımcılar o dönem maalesef ustaların gölgesinde kaldılar. Bu beklenen bir sonuçtu. Fransa’da ise sadece Starck vardı, bize farklı birçok kapı açtı. Fransa'daki “tasarım”ın sözlük anlamının Art Deco kültürü ve makine çağı arasında bir yerde olduğunu düşünüyorum ki bu dönem Fransa’da çok güçlü bir etki yarattı. Özellikle mimaride... Fransa’da mimar ya da tasarımcı olmak arasında keskin bir ayrım vardır. Biz mimarlar kadar güçlü olmak istemedik. Çünkü hareket etmek için daha özgür olmak istiyorduk. İşimizi keyifle yapabilmek için bize vaat edilen o gücü reddettik.
Bu özgürlüğe hala sahipsiniz. Büyük çatıların altına girmiyor ve butik ofislerde çalışmalarınıza devam ediyorsunuz.
Evet, bu Fransa’da çok önemli bir şey. Burada tasarım sahnesindeki çeşitliliği görebiliyorsun. Bugün tasarım okulundan mezun olan binlerce genç tasarımcı, tasarımı farklı bağlamlarda açmaya çalışan, küçük ya da orta ölçekli kurumlarda hala yapacak çok şey bulabiliyor. Bir yandan ne yazık ki tasarım hala stratejik bir araç olarak görülmüyor. Tasarımcılar bazen sürece çok geç varabiliyor. Bundan daha farklı bir sahnede olabilirdik.
Tam tersi, tasarımın stratejik bir araç olarak kullanılması çağımızın en çok tercih edilen yöntemlerinden biri değil mi? Birçok farklı endüstri, tasarımcının nasıl düşündüğünü algılayabilmek ve bu alışkanlığı kazanabilmek adına yatırım yapıyor. Buna inanıyor musun?
Buna hiç inanmıyorum. Tasarımcı düşünceyi bir yere ya da bir şeye, kimseye yapıştıramazsınız. Her projede olduğu gibi her sektörde de metodoloji farklıdır. Bana bu daha çok bir pazarlama aracı gibi geliyor. Tasarımcının da hep aynı çizgide giden tutarlı bir metodolojisi yok ki! Bazı insanlar tasarımcının düşünme şeklinin başka alanlara kolaylıkla adapte edilebileceğini, bunun için bazı kurallar olduğunu söylüyor. Buna inanmıyorum ve doğru bir şey olduğunu da düşünmüyorum.
Küçük bir ekibin var, biraz ekibinden bahseder misin?
Evet, dört kişiden oluşan küçük bir ekibim var. Burayı bir zanaatkar atölyesi gibi basit tutmak istiyorum. Çünkü kişilerle birebir temasta kalmak istiyorum. İletişimi bu şekilde samimi tutabilmek benim için çok önemli çünkü projelerin devinim ve üretim süreçlerine de bu şekilde dahil olabiliyorum. Başka türlü motive olamıyorum. Etrafında çok insan olursa, benim şu an yaptığım işi yapamazsın. Eğer herkesle ve her şeyle bağlantıda kalmak istiyorsan küçük bir takımın olmalı.
Ne zamandır Belleville’desin? Paris’te neden burayı seçtin?
25 yıldır Paris’in doğusunda yaşıyorum. Bu şehrin doğusunu tercih ediyorum. Çünkü dışarı çıktığımda hala eksik, tamamlanmamış şeylerin olduğunu görmek istiyorum. Bu beni motive ediyor. Burası aynı zamanda her şeyin daha net göründüğü bir mahalle. Bazen hayatında zorluklar yaşıyorsun, sonra sokağa çıkıp sokaktaki insanı görüyorsun. Bu sana hayata karşı farklı bir bakış açısı getiriyor. Ben bu şekilde kendimi hayata daha bağlı hissediyorum.
Şu an içinde bulunduğumuz bu devasal avlunun bir hikayesi var mı?
Evet, bunun gibi avluları Paris’in doğusunda görmek çok olasıdır. Burası da eskiden bir matbaa olarak kullanılıyormuş.
Şu anda masanın üzerinde ne var?
Çok yeni bir tekstil projesi.
Daha önce bir tekstil projesi gerçekleştirdin mi?
Evet, ''Okaidi'' için bir tekstil projesi yapmıştım. Tekstil, endüstriyel tasarıma kıyasla çok farklı bir alan. Benim için çok ilgi çekici. Yapmaya alışkın olmadığım bir şey için bir işbirliğine başlıyorum. Bir yandan aynı değerleri paylaştığımız insanlarla çalışmayı seviyorum.
Matali Crasset'in Alessi için tasarladığı mutfak koleksiyonu
Bir marka ile uzun süreli bir ilişki kurmak tercih ettiğin bir şey mi?
Evet, bu şekilde çalışmayı tercih ediyorum. Eğer bir tasarımcı olarak beni seçmişlerse bu demek oluyor ki, benim bu marka ile ilgili söyleyebileceğim bir şeyler var. Bunun da ötesinde, böylesi işbirliklerinde zamanla belirli bir ahenk yakalıyorsunuz. Gerçekleştirilen her proje sonrasında, markayla daha kolay ve etkin iletişim kurabiliyorsunuz. Çünkü birlikte çalıştığınız insanları daha yakından tanıyorsunuz. Eminim ki herkes bu şekilde çalışmayı tercih eder. Bu, sosyal anlamda bir komünite oluşturmakla açıklanabilir. Bir yandan politik anlamda da kendinizi güvende hissetmek istiyorsunuz.
“Voyage to Uchronia” projesinde de komünite ya da toplum yaratma fikrini sorguluyorsun.
Evet, biz komünitelerde yaşardık, şimdi topluluklara ait hayatlarımız var. Arada neyi kaçırdık? Aslında gelişen topluluk (society) fikri endüstri devriminin başlangıcıdır. Bir tasarımcıyla çalışarak neler yapılabileceğini ve tasarımın sosyal anlamda getireceği değişikliği sorgulamak, bu projenin bir sanat galerisi ya da bir tasarım galerisinde sergilenmesi gerektiğini sorgulamak ile aynı. “Voyage to Uchronia” projesini materyalize etme sürecinde diğer çalışmalarıma kıyasla daha özgürdüm. Benim için daha çok bir enstalasyon gibiydi; oturup tüm biçimlerin tam da ortasında olabileceğiniz bir enstalasyon...
The Self-made seat, Campeggi
Senin için daha çok bir sanat projesiydi diyebiliriz.
Evet öyle. Aslında sanat ve tasarım arasındaki sınırda olmaktan hoşlanıyorum. Bu sebeple bu enstalasyonu gerçekleştirdim. Kendinizden de uzaklaştığınız bir noktada, sınırları çok hissetmiyorsunuz ve dilediğiniz gibi davranabiliyorsunuz. Bunu yapabilme lüksüne sahip olmak ise çok ilginç.
Malzeme de süreçte sana ilham veren gerçeklerden biri.
Evet, her şeyin sonunda malzeme bir “gerçek”. Yalnız okullarda öğrencilere dayatılan sistemdeki gibi, belirli bir malzeme ile bir şey yapma misyonu yüklenmek istemiyorum. İnsanların misyon değil obje satın almaktan hoşlandıklarına inanıyorum. Öncelikle gerçekten insanların ilgisini ve dikkatini ürüne çekip sonra malzemeyi bu amaca yönelik bir araç olarak kullanmayı tercih ediyorum.
Bu izi de farklı ölçeklerdeki çalışmalarında yakalamandan görebiliyorum.
Bu hissi gerçekten seviyorum. Çünkü kariyerimin başında bu ritmi yakalamak benim için çok zordu ve kimsenin çalışmalarımı anlamadığını düşünüyordum. O sırada kimse birden fazla noktaya değinen bir çalışmayı okumaya alışık değildi. Estetik ve fonksiyonun dışına çıkıp farklı bir şey yapmaya çalıştığınız an insanlar kayboluyordu.
İç mekan, sergi ve hatta mimari tasarıma da el atmış durumdasın. Bunu nasıl yönetiyorsun?
Bu aslında bir yönetme meselesi değil, daha çok bunları birlikte yapabileceğin ortakları bulabilme meselesi diyebilirim.
Doğru çözüm ortağını bulmak için nasıl bir yol izliyorsun?
Bir ortak bulmak için uğraşmıyorum, genellikle onlar benimle çalışmayı tercih ediyor. Ben sadece işimi yapabileceğim en iyi şekilde yapıyorum ve kendi yaklaşımımı ortaya koymaya çalışıyorum. Bunun derdindeyim. Tasarım okuluna başladığımda, hayatımda daha önce yapmadığım bir şeyi yapmam gerektiği söyleniyordu. Aslında insanların kendi alanımda olmayan şeyleri yapmamı istemeleri çok hoşuma gidiyor. Herhangi bir konu fark etmeksizin, sağlam bir yaklaşım oturtursanız, bunu farklı biçimlerde materyalize edebiliyorsunuz. Eğer bir şeyleri paylaşma fikri ile alakalı çalışıyorsam, bunu hem iç mekan, hem de kentsel ölçekte gerçekleştirebilirim. Bu işin en kompleks tarafı, tüm bu farklı içerikleri bulabilmek ve çalışmalarınıza adapte edebilmek.
Etrafındaki network organik bir şekilde mi gelişiyor? Yoksa her şey spontane mi ilerliyor?
Benimle birlikte çalışanlar ile genellikle tek bir proje üzerinden gidiyoruz. Onlara bir konu üzerinden teklif yapıyorum, sonra bu ilişki onların da bana spesifik bir konuda gelmeleri ile ilerliyor. Birlikte çalıştığım çözüm ortaklarımın gerçekten de güçlü karakterleri var ama hepsinin birbiri ile ayrıca bir bağlantısı yok. Benim çevremdeki network genellikle bireysel bir akışta sürüyor.
Mekan çalışmalarından bahsetmek istiyorum. Aslında mekan diye bir tanım da kalmadı artık. Projelerinden dünyadaki yeni yaşam ve çalışma biçimlerinin de şekillendirdiği yeni izler okunabiliyor.
Bundan 20 sene önce bile, bireyin özgür olması, yaşadığı zaman diliminde aktif olması, her zaman çevresinde olup bitenin farkında ve bilincinde olması fikrini önemsiyordum. Bence insanlar olabildiğince aktif olmalılar. Yaşadığınız mekanda aktif olursanız, bu durum aynı zamanda dış dünyada da aktif olmanızı sağlar. İnsanlar hayatlarında farklı bir tavır takındıklarında, çevreleri ile de daha bağlantılı hale geliyorlar. Benim bu konu ile ilgili ilk adımım “ev” olarak tarif ettiğimiz yerde bu bağlılık durumuna erişebilmekti. Bu fikrin hayata geçebilmesi 15 sene öncesine kadar çok mümkün değildi ama artık bireyin çevresiyle bağlantısını kendi tanımlaması daha mümkün.
Bu durum trendlerle de alakalı, başka bir deyişle dünyanın yükselen değerlerine...
Evet, ben de bunu ümit verici olarak tanımlıyorum. Bu yükselen değerler aynı zamanda da yüzeysel trendler. Bu da hayatlarımıza yavaş yavaş işleyen ve bizde de yer edinen bir durum.