Londra’da yaşayan film yapımcısı ve animasyon filmci Alice Dünseath, alışılmış, hatta kimi zaman ise yaramaz olarak görebileceğimiz malzemeleri -kristaller, kimyasallar, mürekkepler ve başka çeşitli sıvılar- kullanarak yarattığı objeleri ses ve müzik ile kompoze ettikten sonra hem fiziksel hem de dijital olarak tekrar tekrar manipüle ederek, izleyiciyi “büyük resim” hakkında düşünmeye davet ediyor.
“Dokusunu, hissini bildiğimiz materyallerden yapılmış, gerçek (fiziksel) dünyada görebileceğimiz objelerle çalışmayı seviyorum. Çalışmalarım bu objelerin yine gerçek dünyada gerçekleştirilebilecek deneylerle manipüle edilmesiyle devam ediyor ve dijital ortamdaki manipülesiyle sonuçlanıyor. Durumların, mekanların ve şeylerin özlerini yakalamaya ve işlerime yansıtmaya çalışıyorum.”
Alice aynı zamanda, FRAME Magazine ile 3. İstanbul Tasarım Bienali kapsamında, bienale paralel olarak gerçekleştirilen “Design for a Phygital World” panel serimizdeki konuşmacılardan biriydi.
Öncelikle “phygital” konsepti ile ilgili düşüncelerini ve yaklaşımını sormak istiyorum sana; “phygital” nedir senin için ve bu konsept işlerine nasıl yansıyor?
Phygital, fiziksel ve dijital tasarımın kombinasyonu demek ve ben herhangi bir animasyonun, medyum olarak teknolojiye bu kadar dayanaklı olarak işleyen bir pratik olduğundan dolayı, phygital bir tasarıma dönüşebileceğini savunuyorum. Animasyon hiç bir zaman tek başına kalmıyor, her zaman teknoloji ile kol kola ilerliyor. Daha önceleri analog kamerayla ilerleyen bu süreç, şimdilerde dijital kamerayla devam ediyor - teknoloji değiştikçe, animasyon da onunla birlikte değişiyor, paralel olarak kapsamlanıyor.
Ben özellikle dermal algı ile ilgileniyorum ve işlerimde bu algının etkisini sorguluyorum. Dermal algı, bir nesneye sadece bakarak onun nasıl hissettirdiğini, dokununca nasıl bir his verdiğini hayal edebilme kabiliyetimiz anlamına geliyor. Fakat bu nesne, bir ekran üzerinde görülen ve daha önce deneyimlediğimiz dünyada var olmayan dijital bir iş halinde olduğunda, nasıl hissettirdiğini bilmediğimizi fark ediyoruz. Ben de, dokusunu, hissini bildiğimiz materyallerden yapılmış, gerçek (fiziksel) dünyada görebileceğimiz objelerle çalışmayı seviyorum.
Çalışmalarım bu objelere yine gerçek dünyada gerçekleştirilebilecek deneylerle (kimyasallar, mürekkepler veya başka sıvılar), fiziksel olarak müdahale edilmesiyle devam ediyor ve elde ettiğim görüntünün dijital ortamdaki manipülesiyle sonuçlanıyor. Bahsettiğim objeler üzerine yaptığım deneylerde, çeşitli sıvıların bu materyaller üzerinde yol açtığı hareketler ve değişimler timelapse şeklinde kaydediliyor; sonuçta gerçek hayatta hiç göremediğimiz, fakat yine de son derece bu dünyadan olduğunu hissedebileceğimiz şekilde görüntüler oluşuyor.
İşlerini incelediğimde, hikaye anlatımından animasyona, müzik videolarından moda videolarına kadar geniş bir spektrumda çalıştığını ve bu işler arasında farkedilebilir bir görsel ya da şekilsel dil yaratmayı amaçladığını farkediyorum. Bütün bu işlere olan ortak yaklaşımından bahsedebilir misin?
İşlerimin temelini oluşturan materyallerin seçimi için, o işin içeriği ya da temasının bana hissettirdiklerinden esinleniyorum. Örneğin, plasti-klerin yarattığı kirlilik hakkında bir anımasyon serisi yaptım ve bu şeride kullanacağım materyal olarak kumsallara vurmuş plastik atıkları kullanmaya karar verdim. Aynı şekilde, moda filmleri için o koleksiyonda kullanılan tekstil numunerlerini kullanabiliyorum. Yaptığım filmlerden alınan kesitlere ya da animasyonlara direkt olarak baktığınızda hepsinin farklı bir insan tarafından yapıldığını düşünebilirsiniz. Öte yandan bence bir şekilde, ayrıntılarda, onların bana ait olduğunu hissettiren şeyler var. Mesela, her zaman belli belirsiz de olsa hissedilebilecek duygusal bir anlatı tarzı filme ya da animasyona yayılmış halde ve projenin içeriğe uygun karakteristik malzeme seçimleri hep var.
İşlerinde kristalleri ve yaşayan diğer organizmaları kullanma motivasyonunun sebebi nedir? Sence bir ara bölgede yaşama hallerini sürdürüyor olmalarının seni çekmiş olması mümkün mü?
Evet, kristallere ve teknik olarak canlı olmamalarına rağmen bir yaşam teşkil ediyor olmalarına kelimenin tam anlamıyla bayılıyorum. Zihnimde sessizce ve yavaşça büyüyen bir bitkiye, katlanıp duran şimşeklere ve tekrar eden her türlü görüntüye benziyorlar. Dünyayı ve yaşamı algılayış biçimimiz şimdi olduğu haliyle sürüp gittiği için kristallerin canlılık ihtiva etmediğine kesin olarak karar verdik; bense onların canlı olup olmadığını tartışabileceğimizi düşünüyorum. Yaptığım animasyonlarda kristallerle boyut ve hareket kazandırarak izleyicinin daha önce cansız olduğunu düşündüğü bu objelere tekrar bakmasını öneriyorum. Kim bilir, belki de canlılardır.
Kristalleri ve yaşayan organizmaları kaydederken kullandığın yöntemlerden bahsedebilir misin bize kısaca?
Öncelikle alçıdan objeler yapıyor, kuruduktan sonra bunları boya ya da mürekkep ile boyuyorum. Boyama işlemi şu şekilde oluyor; ya boyanın içine daldırıp bekliyorum ya da boyayı objenin üzerine döküyorum. Boya kılcal hareket prensibi ile alçı içinde yayılıyor ve sıvı buharlaştıkça kristaller oluşmaya başlıyor. 24 saat boyunca her 5 dakikada 1 fotoğraf çekiyor ve bunları birleştiriyorum. Yani sabah atölyenize geliyorsunuz ve elinizde hareketli bir görüntü, yaşayan bir heykel olmuş oluyor.
Şu an yaşadığın şehir ile hayal dünyasından fırlamış gibi görünen işlerin arasında nasıl bir bağlantı var sence?
Londra’da yaşıyorum ama Londra’lı değilim, kesinlikle bir kasaba kızıyım, İngiltere’de küçük bir köyde büyüdüm. Dışarıda, doğanın içinde olmak benim için çok önemli bir yere sahip. Şehrin enerjisini çok seviyorum fakat bu enerji bana oldukça yoğun ve biraz gerçek dışı geliyor. Öte yandan işlerimi şehirde ya da köyde, doğanın içinde yaratıyor olmak benim için çok fark yaratmazdı diye düşünüyorum. Dünyayı zaten oldukça hayali şekilde görüyorum sanırım. Sanatçılardan oluşan bir ailede büyüdüm ve bence bu benim bakış açımı oldukça etkiledi. Beni yetiştiren insanların etrafımı nasıl deneyimlediğime özellikle dikkat etmesi durumların, mekanların ve şeylerin özlerini yakalamaya ve işlerime yansıtmaya çalışmamda etkili olmuş olabilir. Filmlerimden birinde mimarının ve insan eliyle yaratılmış çeşitli başka yapıların doğanın etkisiyle nasıl alt edildiğini göstermeye çalıştım. Sanırım durum bu. Şehirler sadece geçici şeyler, her zaman orada değillerdi ve her zaman orada olmayacaklar. Doğa her zaman kazanacak.
Son olarak, hayatını ve işlerini kimin ve/veya neyin etkilediğini paylaşır mısın bizimle?
Film yapımcısı Jordan Belson’un işlerine oldukça hayranım. Bir kaç yıl önce hayatını kaybetti fakat harika biriydi. Analog film ve kamerasının içinde tasarladığı efektlerle evrenin kopyasını yaratmaya çalıştığı düşünülen olağanüstü filmler yaptı fakat bunları nasıl yaptığını kimseye anlatmadı ve teknikleri sır olarak kaldı. Terrence Malick’in filmi "Tree of Life"ta da bu tekniklerin bazılarını kullandılar.
Hayatım ve işim için en büyük esin kaynaklarımdan biri ailem. Özellikle babam ve kız kardeşim -ikisi de heykeltraştır- işimde bana esin kaynağı oldular.