Zanaatkarlık geçmişinden gelen Jordan Söderberg Mills, uygulamalı stüdyo pratiklerine devam eden bir sanatçı ve maker. Jordan, tasarlanan objelerin geleneksel kategorilere sığdırılamayacağına inanıyor.
Jordan aynı zamanda “Design for a Phygital World” panel serimizdeki konuşmacılardan biriydi. Sohbetimiz süresince düşünme, üretme ve tasarlama üzerine geliştirilen yeni yöntemleri irdelerken, bir yandan da farklı şehirler arasında gidip gelme durumunun çalışmalarını nasıl etkilediğini sorguladık.
“Bu bir klişe gibi gelse de bana göre ev, mekandan çok insan demek. İnsanlar, yeni yerler ve deneyimlerle yüzleştiğimde evde olma hissini daha güçlü hissediyorum”
Öncelikle “phygital” konsepti hakkındaki düşüncelerini sormak istiyorum. Sana göre “phygital” nedir?
“Pyhgital” kavramını, bu yılki Milano Tasarım Haftası kapsamında Frame Dergisi’nin düzenlediği serginin bir parçası olmak üzere davet edilene kadar hiç duymamıştım. Doğruyu söylemek gerekirse, bunun zaten yaptığım şey olduğunun farkında değildim. Benim işlerim maddi gerçeklikler ve öznel deneyimler arasındaki geçişlerle oynuyor. “Phygital” şu demek: fiziksel ve dijital alanlar arasındaki objeler. Her zaman bilgisayarlara karşı bir ilgim olmuştur. Her ne kadar konuştukları dili çok anlamasam da algıyla oynama, illüzyon yaratma ve hatta bir sihir hissiyatı oluşturma gibi noktalarda oldukça ilginç ve merak uyandırıcı olduklarını düşünüyorum.
Çalışmalarım oldukça fiziksel ve kinetik tabanlı olsa da, bir yandan bu teknolojik gerçekliklere de atıfta bulunuyor. Isaac Newton, Al Hazen ve Epicurus gibi ilk optik uzmanlarını inceliyorum ve deneysel bilim üzerinden dünyayı araştırmaya çalışıyorum. Bu eski yöntemler çevrelerindeki dünyayı sorguluyor, anlamaya çalışıyor ve fiziksel dünyanın özelliklerine dikkat çeken obje ve deneyimler yaratarak bilimsel olgular ortaya çıkarıyorlar.
Toronto’da doğdun, Santiago’da okudun ve yüksek lisansını Londra’da yaptın. Birbirlerinden tamamen farklı şehirler yaratma sürecine nasıl etki etti?
Farklı uzmanlıklar arasında yer alan şeyler her zaman ilgimi çekmiştir. Büyürken hep biraz garip ve farklıydım, birçok şeye uyum sağlayamıyordum. Sanırım beni seyahat etme konusunda motive eden nokta bu oldu, böylelikle farklı olabilmek için bir bahanem olmuş oldu.
Şunu keşfettim ki, bir şehre gittiğinizde etrafınızdakilere karşı inanılmaz bir farkındalık oluşuyor - çimenin renginden, martıların seslerine kadar. Kendi algınıza ve çevrenizdekilere dikkat etmeye başlıyorsunuz. Sanırım bu mesele gözlerimin açılmasında büyük rol oynadı. Hem yabancı olup hem de fazlasıyla dikkatli olmak, işte bunlar sayesinde sanat pratiğim ortaya çıkmış oldu. Yolculuklarım, dünyadaki duygusal ve algısal deneyimimi yeniden şekillendirdi. Büyürken hep aynı şehirdeydim ve o zamanlar sahip olduğum bilgi balonu, aslında hikayenin tamamı değildi. Şili’ye, ya da Londra’ya taşınma amacım, hikayenin başka versiyonlarına da ulaşabilmekti.
Benim işim görünür olan bilgi ve perspektifleri, dünyanın göremediğimiz kısımlarını yakalamaya çalışmak. Fizik ve optik aracılığıyla gerçek anlamda vizyonumuzu genişleterek bu farkındalığı da geliştirmeyi amaçlıyorum. Sahip olduğumuz algısal gerçeklik aslında bir balonun içinde ve bize sadece küçük bir parçasını yansıtıyor. Yaşamımız boyunca deneyimlediğimiz evren, aslında var olan evren değil. Hikayenin tamamı bu değil. Ben bu balonların hiç durmadan büyüdüğünü göstermek istiyorum.
Üç ayrı şehirde stüdyo alanın var. Belli bir çevrede yerleşik olmak artık fiziksel anlamını kayıp mı ediyor?
Biraz oradan oraya atlıyorum diyebilirim. Bu konuda oldukça şanslıydım. Fiziksel objeler yaparken ihtiyaç duyduğum aletlere erişebilmek adına fiziksel bir mekana da ihtiyacım var. Süreç genel anlamda şu şekilde işliyor. Eğer bir yerde sergim olacaksa o şehre gidiyorum, projeyi tasarlıyorum üzerinde çalışıyorum, bir süre orada kalıyorum. Kendi alanımın olması ve işin kontrolünü ele alabiliyor olmak pratiğim için çok önemli.
Yerleşik olma durumum workshop programına göre değişiyor ve üç şehir arasında gidip geliyorum. Walthamstow’daki atölye sebebiyle Londra’da “evde olma” hissini yaşıyorum, her zaman bana kapısı açık olan paylaşımlı bir çalışma alanım var. Şili’de hem evim hem de taş, ahşap, demir gibi malzemeler üzerinde çalışabileceğim bir malzeme işleme atölyem var. Toronto’da ise başka iki maker ile paylaştığım bir cam atölyesi var.
Bir sanatçı olarak insanların işlerimi görmelerini, dahil olmalarını, sorular sormalarını ve sorgulamalarını istiyorum. Karşıma çıkan tüm fırsatlardan, oldukları gibi ya da benim dönüştürdüğüm halleriyle yararlanmak istiyorum. Bu da beni tüm dünyayı keşfetmeye yönlendiriyor.
Günümüzde disiplinlerarası sanatçı olmak ile uluslararası sanatçı olmak aynı kefede mi tutuluyor sence?
Her zaman farklı alanlar ilgimi çekmiştir. Sanat ve tasarım, mimari ve zanaat, bilim ve doğaüstü olaylar; sihir, canavarlar, mitoloji ve apokrifler gibi, gerçek mi değil mi sorgulamamıza neden olan, hem algılayıp hem algılayamadığımız, kavrama alanımızın sınırında duran şeyler…
Disiplinlerarası bir sanatçı olmak demek, iki arada bir derede kalmak demek. Beklentilerle, belli bir markayla, mekanla ya da kategori ile sınırlandırılmamak demek. Üretimlerimin ya da çalışma alanımın etrafına bir çizgi çekmek istemiyorum. Her ne kadar kendimi “sanatçı” olarak tanımlıyor olsam da çevremi bir bilim adamı gibi sorguluyorum, fikirlerimi bir zanaatkar gibi geliştiriyorum ve bir girişimci gibi tutkularımı stratejize ediyorum.
“Disiplinlerarası bir sanatçı” olarak bize dayatılan geleneksel limitleri bir mobilya koleksiyonu hazırlayarak, bale ya da opera ile işbirliği yaparak, müzik klibi çekerek ya da moda ile ilgilenerek aşabilmeliyiz. Bir yaratıcı olarak kaşif gibi davranmalıyız - fikirlerimizi yaymak için yollar aramalı, işbirliği yapmalı, gezmeli ve insanların işlerimizden etkilendiği yerlerde çalışmalıyız.
Tasarım, zanaat, bilim ya da güzel sanatlar gibi alanlarda çalışıyorsanız, kendinizi disiplinlerarası bir sanatçı olarak adlandırabilirsiniz. Benim işlerim hem tasarım hem de sanat müzelerinde gösterildi çünkü belli bir kategoriye dahil olmuyorum. Tasarım ya da sanat, biri ya da her ikisi. Nasıl isimlendirildiğini önemsemiyorum. İçgüdülerim sayesinde ortaya çıkan ürünler, farklı dallar arasında bulunma eğilimini gösteriyorlar.