IN-BETWEEN Tasarım Platformu olarak 2016’da başladığımız SPOTLIGHT serisine SPOTLIGHT+podcast ile devam ediyoruz. SPOTLIGHT, yeni sezonunda değişen dünya dinamiklerine karşı, üretimleriyle pozitif bir tavır geliştiren genç jenerasyona odaklanıyor ve bu sezon podcast kanalı ile erişimini genişletiyor.
SPOTLIGHT+podcast kapsamında ikinci konuğumuz mimar ve tasarımcı Mesut Öztürk. Mesut, seramik üzerinden, insanlığın uyguladığı en basit teknikler aracığıyla bir geometrik alfabe tasarlayarak bir tasarım dili üretiyor.
Geçtiğimiz aylarda Jacquemus’ün markasının 10. Yılı sebebiyle Paris’teydin. Nasıl geçti?
Güzel geçti. Geçen hafta gittim, dört gün kaldım. İki gün süren bir etkinlikti. Jacquemus markasının 10. Yılı sebebiyle bir arşiv satışı etkinliği yapıldı. On yıllık zaman diliminde kendi koleksiyonundan seçtiği parçaların satıldığı bir etkinlikti. Çok ilgi gördü, şu an bulamadığınız, eski sezon ürünlerin de olduğu bir etkinlikti. 23.000 kişi kaydolmuş ve iki gün içinde 8.000 kişi ziyaret etmiş. Kaydolan herkes ziyaret edemedi çünkü çok uzun bir sıra vardı girişte. İlk gittiğim gün ben de çok şaşırdım. Bu koleksiyonun satışının yanı sıra bir de vazo seçkisi vardı. Jacquemus’ün vazolara özel bir ilgisi var. Kişisel bir vazo koleksiyonu var, yeni açtığı restoranda benim de işlerimin bulunduğu bir koleksiyon. Bu sergideki vazo seçkisi için 12 tane tasarımcı vardı. Çoğu Fransa’dan olan tasarımcıların arasında sanırım yurt dışından bir tek ben vardım. 11 tane vazo ile orada bulundum. Bu vazolar hem oradaki atmosferin bir parçasıydı, dekor olarak kullanıldı, hem de satılıyordu. Benim de 10 adet vazom satıldı.
Seramiğe ilgin nasıl başladı? Bu malzemeye nasıl yaklaştın?
İki sene önce Akaretler’de Füreya Retrospektifi sergisi olmuştu. Füreya’nın bilmediğim işlerini de görmüş oldum. Duvar panoları, tabak ve bardaklar vardı sergide. Bu sergi beni çok etkiledi. Seramiğin yaratıcılığa ne kadar imkan tanıdığını ve ne kadar farklı yorumlanabileceğini gördüm. Özellikle duvar panosu gibi, işin mimarlıkla ilgili olan tarafı beni çok etkiledi. Bu sergiyi gezdiğimde aklımda seramikle uğraşma fikri oluştu. Fakat o zamanlar seramiğe başlamadım. Hayatım çok yoğundu. Doktora yapıyordum, çalışıyordum, üniversitede yarı zamanlı ders veriyordum. Başlamasam da aklımın bir köşesinde hep seramik vardı. Ertesi sene başka sebeplerden dolayı doktorayı bıraktım. Bu yeni bir şeye başlamam için fırsat oldu.
2018 Aralık ayında Yeldeğirmeni’nde bir atölye buldum ve seramik öğrenmeye başladım. İki ay kadar burada elle şekillendirme öğrendikten sonra başka bir atölyeye geçtim ve burada da torna öğrenmeye başladım. İki ay boyunca burada torna eğitimi aldım. Daha sonra farkettim ki, atölyelerde basit teknikler gösteriliyor, bir okul değiller. Esas gelişim kendi başına pratik yaparak olabilir. Bu nedenle geçen sene Mart ayında eve bir masa yaptırdım. Çamur aldım, diğer malzemeleri aldım ve evde seramik yapmaya başladım. Bu sürede birçok kitaptan ve videodan faydalanarak seramik üzerine araştırmalar yaptım. Diğer seramik sanatçılarının ne yaptığını da öğrenmeye çalışıyordum.
Duvar panosu ve karo yapma fikri ile yola çıkmıştım, mimar olduğum için. Ama yaparken bu fikri erteledim. Şu anda birkaç eskizim var üzerinde çalıştığım.
Elle şekillendirme tekniğini öğrenirken vazolar yapmaya başladım. Fitil veya sucuk tekniği denilen tekniği öğrenirken genellikle daire planlı bir silindir ile başlıyor herkes ve işleri birbirinden farklılaştıran unsur kulpları oluyor. Ben ilk yaptığım işte de halka bir kulp yapmıştım. Daha sonra üzerinde düşündüm ve halka kulplardan bir seri üretebileceğime karar verdim. Hem diğer sanatçıların işlerini hem de tarih öncesi dönemde yapılmış kap ve çömlekleri araştırdım. Tarih öncesi dönemde üretilen çömlek ve kaplara özel bir ilgim vardı eskiden beri. Kendi ürettiğim işlerde, müzelerde daha önceden görmüş olduğum formların ortaya çıktığını farkettim ve bunun üzerine gittim. Daha önce müzelerde çektiğim fotoğraflara baktım. Burada gördüğüm formları soyutlayarak, özellikle renkleri ile günümüze taşımak istedim. Aralarında yıllarca fark olmasına rağmen benzer formları üretmiş medeniyetler var. Kimi zaman bugün işlevini anlamlandıramadığımız, şu an kullanmadığımız nesneleri, eski zamanlarda görmek mümkün. Yaptığım araştırmadan sonra, buradaki formları basit geometrik şekillere indirgeyerek bir tasarım dili üretmeye çalıştım. Bu tasarım dilinin üç temel bileşeni var. Gövdelerin hepsi silindir ve konik şekillerin bir araya gelmesi ile oluşuyor ve halka kulpları var. Bu alfabenin üç harfi bir araya getirilerek çok farklı tasarımlar oluşturulabilir. Ben de kaç farklı ürün üretebilirim diye düşünüyorum. Şuan 50. ürünü ürettim. Bir kısmı tekrar etse de çoğu birbirinden farklı.
Bir noktada sınırlandıracak mısın üretimini?
Evet bir noktada sınırlandıracağım. Büyük ihtimalle süreçte belirleyeceğim bir sayı olacak ve son 20-30 ürün ile bir sergi yapıp, süreci de bir kitap haline getirerek bu seriyi sonlandırmak istiyorum. Şimdilik vazo üretimime devam ediyorum.
1000 Vases sergisi, açık çağrı yapmamıştı. Başvuru kaydı da yoktu ve sen bir mail göndererk bu sergiye kabul edildin. Bu süreçte motivasyonun neydi, nasıl gelişti?
Bu seramikle ilişkimi ve hayatımı değiştiren şeydi. İlk defa Mart ayında kendi evimde seramik yapmaya başladım ve Haziran’da ilk seriyi çıkardım. 10 tane halka vazo yaptım ve fotoğraflarını çektim. Onları paylaştım ve web sitesi açtım. Hedefim yavaş yavaş üretmek ve duyurmak, mağazalarla anlaşmaktı. 1000 Vases instagram hesabını takip ediyordum ve sadece vazoların paylaşıldığı bir profil olduğunu sanıyordum. Bir gün profil bilgilerinde tarih ve adres gördüm. 4-8 Eylül, Paris Design Week yazıyordu. Vazolar üzerine bir sergi olduğunu anladığımda ben de katılabilir miyim diye düşündüm. İki hafta vardı sergiye. Ben de katılmak istediğimi ve kendimi tanıtan bir mail gönderdim. Aynı günün akşamında dönüş yaptılar, işlerimi beğendiklerini ve beni kabul ettiklerini yazmışlardı. Tabii sergi katılımının bir de ücreti var. Bu nedenle sponsor aramaya başladım. Mimari seramik firmalarına, Fransa Başkonsolosluğu’na, Paris’teki Yunus Emre Kültür Merkezi’ne ve Türkiye Seramik Federasyonu’na sponsorluk için yazdım. Hepsinden geri dönüş oldu. Oradaki tek Türk tasarımcı olduğum için sponsor olmak istediler, fakat iki haftalık bir sürede bunu yapamayacaklarını, 2020 için görüşebileceğimizi söylediler. O noktada bir risk aldım ve ücreti kendim karşılayarak gittim. Bu etkinlik, Paris Tasarım Haftası’na paralel, her tasarımcının 5 vazosunun sergilendiği ve satıldığı bir etkinlikti. Bir arkadaşım ile birlikte açılış kokteyline gittik. Biz bir köşede şaraplarımızı içerken, işlere tekrar bakmaya gidelim dedik. O sırada organizasyonu yapan kişi geldi ve işlerimin hepsinin satıldığını, Jacquemus’ün aldığını söyledi. Çok sevindim ve çok şaşırdım. Tanışmak istedim ve ona teşekkür ettim. İşlerimi çok beğendiğini, yeni açacağı restoran için vazo baktığını ama bu vazoları restorana koymak ile kendine saklamak arasında kararsız olduğunu söyledi. Elimde daha fazla ürün olup olmadığını sordu, o sırada yoktu. Daha sonra restorana koymaya karar vermişler. Restoran da çok güzel olmuş, son gittiğimde ben de gezdim. Champs-Elysées’de Galeries Lafayette’in içinde Oursin asında bir restoran. Yaklaşık 8-9 tasarımcının vazoları var. Onları duvar nişleri yapmışlar. Akdeniz konseptli bir yer. Her nişin içinde de bir vazo var. 5 tanesi de benim. Daha doğrusu 4, bir tanesini kırmışlar.
Ben bu noktada senin cesaretini çok önemli buluyorum. Bir yere ulaşmak için çabalamak ve çekinmemek, formların yanı sıra, seni farklılaştırıyor. Oraya giderken, korkunu, çekincelerini, güzel oldu mu olmadı mı gibi kararsızlıklarını da yanına alıp gidiyorsun. Hayatın bu noktadan sonra değişti? Mesut seramiğe başladığında nasıldı? Şu an ne yapıyor, nasıl dönüştü bu süreç?
Gitmek delice bir karardı. Henüz çok yeni başlamıştım seramiğe. Hala yeniyim. Öğreneceğim çok şey var. O zaman için akıllıca değildi, şuan iyi ki yapmışım diyorum.
Kendine güvenerek mi gittin?
Evet, denemek istedim. Maili attım ve olursa giderim, olmazsa başka bir şeyler yaparım diyordum kendime. Bu işe çok odaklı başladım ve bir şeyler yapmak istiyordum gerçekten. Cesaret çok önemli ama işleri pozisyonlayışın da çok önemliydi. Seramiğe başlayan birçok insan şunu düşünüyor, seramik çok kadim bir gelenek, yüzlerce teknik var ve bu iş ustalık. Eski ustalara duyduğum saygı sonsuz ve 30 yıllık bir ustanın yaptığı incelikte bir iş yapamam. Burada farklı bir şey var. Tasarıma güvenmek ve tasarımın gücü. Bütün tekniklerde uzman olmanız gerekmiyor. Ben istediğim tasarımı yapmak için seramiği bir araç olarak kullanıyorum. Benim öğrendiğim ilk teknik bunları yapmak için yeterli. Bu, ilk insanın uyguladığı en basit teknik. Sadece ellerinizi kullanarak yapabilirsiniz. Ben, bu teknik ile ne yapabilirim diye baktım. O yüzden seramikte yıllarımı harcamam gerektiğini düşünmedim. İyi bir tasarım yapmak için, bu tekniği, malzemeyi bildiğiniz kadarıyla kullanabilirsiniz.
Tasarım eğitiminin, süreçte deneme yanılma ile öğrenmek, risk almak gibi alışkanlıklarını görüyoruz burada.
Mimarlık eğitiminin kesinlikle faydası var. 3 yıldır da Bilgi Üniversitesi’nde mimari proje stüdyosuna giriyorum bunun da çok faydası var. Mimari proje dersine düzenli girdiğinizde şunu görüyorsunuz, her hafta 12 tane öğrenciniz size bir tasarım önerisiyle geliyorlar. Siz sürekli tasarımı hakkında yorum yapmak ve hızlı karar almak durumundasınız. Bu, tasarım kararları almamı hızlandırıyor. Pratiğin de faydasını gördüğümü düşünüyorum.
Süreç gerçekten de hızlı oldu. Üretmeye başlamam ve beğeni görmesi arasında kısa bir zaman var. Söylediğin gibi, oraya mail atmasaydım, gitmeseydim hala bu kadar görünür olmayacaktı işlerim. Kendi kendime yapmaya devam ediyor olacaktım. Oradan döndükten sonra iller gerçekten değişti. Jacquemus’ün satın alması ve restoranına koyması ses getirdi. Şu an Milano, Brüksel, Paris gibi şehirlerde mağazalarla görüşüyorum. Eskişehir’de OMM ile görüştük. İstanbul’da, In-Between seçkisinde satılıyor. Bir yandan bireysel olarak siparişler alıyorum. İşler bir anda değişmeye başladı. Benim de buna cevap vermem gerekiyordu. Evimde fırın yoktu, başka bir atölyenin fırınını kullanıyordum. Evime fırın aldım ve workshoplar vermeye başladım. Satış yaptığım için fatura kesmem gerekiyordu. Şirket kurdum. Bir logo tasarladım, web sitemi düzenledim. Süreç bu şekilde gelişti.
Aklında başka ne gibi projeler var? Bir duvar panosu ilhamıyla çıktın yola ve süreçte bu dönüştü. İlerde neler yapmayı düşünüyorsun?
Şu an daha çok küçük ölçekte objeler yapıyorum. Bir süre devam edecek bu. Henüz gramerin, alfabenin bütün sözcüklerini üretmedim. Halka serisi devam edecek. Seramiğe başlarken aklımda olan karo ve duvar panoları yapmak vardı. Duvar panoları, mimari mekana sanatsal bir dokunuş yapmanıza imkan tanıyan bir araç. Füreya’nın duvar panolarını gördükten sonra bunu gözlemlemeye ve düşünmeye başladım. Özellikle İstanbul’da ve Ankara’da 1960-1970’lerde yapılan devlet dairelerinin girişlerinde, apartmanların giriş ve cephelerinde Füreya Koral’ın, Bedri Rahmi’nin, Erdinç Bakla’nın duvar panoları var. Duvar panosu fikri beni hala heyecanlandırıyor. Halka serisi pre-historik kaplardan ilham aldı. Duvar panoları da kent dokularından ilham alacak. Ben işe başlarken bir şeyden ilham alıp onu uyarlayarak çalışıyorum. Beyaz bir kağıda çizim veya tasarım yapamıyorum. Duvar panoları için çalıştığım eskizlerim var. Özellikle İstanbul’daki gecekondu mahallelerinin kent dokuları ilgimi çok çekiyor. Gecekondu, benim yüksek lisans tezimde çalıştığım konuydu. Gecekonduların inşa pratikleri, özellikle mimarlık ve şehircilik bağlamlarında çok kıymetli. Orada tasarlanmış bir şey yok. Üstten bakış olmadan, kağıda çizilen bir plan olmadan, yolun gelişine, bir önce yapılan evin pozisyonuna, orada bulunan ağaca göre herkes kendi evini yapıyor. Oraya kuş bakışı baktığınızda çok enteresan bir doku görüyorsunuz. Buradaki dokuyu soyutlayıp, oranlarını değiştirerek, oradan çıkan duvar panoları yapmak istiyorum. Zeytinburnu, Gülsuyu, Gülensu, Küçük Armutlu, Sarıgazi gibi bir çok gecekondu mahallesi var. Bu bölgelerin çoğu apartmana dönüşmüş olsa da, aynı izleri taşıyor. Karolar için, Osmanlı ve Selçuklu’nun geometrik desenlerine referans veren bir seri yapmak istiyorum. Birkaç kitap alıp, sevdiğim örneklerin kopyalarını çıkararak bir ön çalışma yaptım. Bunların bir kısmı tüketildi ve çok kullanıldı. Bazen cephelerde bazen duvar kağıtlarında görebiliyoruz bu desenleri. Gözümüzün aşina olmadığı çok güzel dokular hala var. Henüz tüketilmemiş olan dokulardan referans alıp, onları kolajlayarak bir karo serisi çıkarmak istiyorum.
Bir şeyden ilham almanı kişisel olarak çok doğru buluyorum. “Taklit etmek” doğamızda var. Konuşmayı bile sesi taklit ederek öğreniyoruz. Çocukluktan beri bir şeyleri taklit ederek öğreniyor, sonra bir kişiye, kimliğe dönüşüyoruz. Senin bu noktadaki tutumun, ilham alman ve dönüştürmen, yaratıcılığını besleyen bir etken.
Katılıyorum. Bu sürekli yaptığımız bir şey. Ben bunun farkına varmaya çalışıyorum. Neyden ilham aldığımı keşfedip, onu iyileştirmeye çalışıyorum. Dediğim gibi, ilk yaptığım işte de halka kulplar vardı. Bu farketmeden yaptığım bir şeydi. Ben bunu keşfedip üzerine gittim. İnsan zihni böyle çalışıyor. Bence yaratıcılık da burada başlıyor. Bir yerden beslendiğini biliyorsun, ama bunu nasıl farklılaştırıp, iyileştirebilirsin? Tasarım bu noktada devreye giriyor.
Yaptığın vazolar, üretimin izlerini taşıyor. Bu vazoların yüzeylerini düzleştirmemek senin tasarım kararın. Aynı zamanda kalıp da kullanmıyorsun. Ürettiğin her nesne tekil. Buradaki kararından biraz bahseder misin
Seramiği yüz farklı yöntem kullanarak yapabilirsin. Kalıp ve torna bunlardan bazıları. Ben her seferinde ellerimle çalışmak istedim. Seramikte sevdiğim şey elimle üretebilmekti ve bunu kaybetmek istemedim. Tornada bile, her ne kadar el ile şekillendirseniz de arada bir araç daha var. Oysa sucuk veya fitil denilen yöntemde sadece ellerinizle ve çok basit aletler kullanarak çalışabiliyorsunuz. Bu yöntem kullanıldığında, aynı ürünü ikinci kez üretmek istediğinizde, yöntemin getirdiği kusurlardan dolayı farklı bir sonuç alıyorsunuz. Her yaptığınız iş, özel ve tek oluyor. Kullanıcı olarak da, her şeyin seri üretilmiş olmasından ve kusursuz olmasından sıkıldık bence. Bir ürünü elimize aldığımızda, onun üzerinde kusurları görmek, onun bir insanın ürünü olduğunu bilmek çok değerli. O zaman obje ile daha iyi bağ kurabiliyorsunuz. Onun üreticisini düşünüyorsunuz. Yaptığı hataları düşünüyorsunuz. Özel bir şey olduğunu, tutkuyla yapılan bir ürün olduğunu biliyorsunuz. Hem üretim süreci hem de tüketici ile kurduğu empati açısından baktığımda, bu yöntem bana çok iyi geliyor ve böyle devam etmeyi düşünüyorum. Renk ve sır konusunda karar verirken de bu düşüncem etkiliydi.
Sır kullanmıyorsun.
Sır kullanmadım. Sırlı denemelerim de oldu fakat sır çok parlak bir yüzey ve biraz kalın bir katman. Kusurları örtüyor. Kullandığım sır altı boyalar, genellikle desen çalışmak için kullanılıyor. Ben renkleri birbirileri ile karıştırıp, daha çok soluk renkler elde edip, tüm vazoyu aynı renge boyuyorum. Sır altı boya, çamurun dokusunu olduğu gibi hissetmenizi sağlıyor. Kusurları, pürüzleri, çukurları daha çok hissetmenize imkan tanıyor. Bu yüzden sır kullanmayayı tercih ettim. Bundan sonra da böyle devam edeceğim.
Sırada başka ülkeler, başka planlar var mı? Tekrar Paris’e gidecek misin?
İhtimaller var şuanda. Nisan ayında, 1000 Vases ekibiyle Milano tasarım haftasında olacağım. Bunun dışında anlaştığım bazı mağaza ve galeriler var. Milano’da Rossano Orlandi ile konuşuyoruz. Brüksel’de, Paris’te birkaç mağaza var. Eskişehir’de OMM var. İstanbul’da birkaç yer var. Bunların dışında Paris’te bir sergi ihtimali var. Aslında bir mağaza için görüşmüştük, ama ben seriyi hazırlayıp fotoğraflarını gönderdiğimde bir sergi fikirleri olduğunu söylediler. Henüz detaylarını ben de bilmiyorum. İşlerimin bir galeride yer alması beni heyecanlandırıyor.
Editör & Video prodüksiyon: Özge Adanır