IN-BETWEEN Tasarım Platformu olarak 2016’da başladığımız SPOTLIGHT serisine SPOTLIGHT+podcast ile devam ediyoruz. SPOTLIGHT, yeni sezonunda değişen dünya dinamiklerine karşı, üretimleriyle pozitif bir tavır geliştiren genç jenerasyona odaklanıyor ve bu sezon podcast kanalı ile erişimini genişletiyor.
SPOTLIGHT+podcast kapsamında üçüncü konuğumuz olan sanat ve tasarım stüdyosu SUPER NORMAL, üç boyutlu ortamda malzemeye dokunarak tasarlama ve üretme denemeleri üzerinden bir dil oluşturuyor.
Bugün yanımda Süper Normal ekibi, Ediz ve Özge var. Sizi tanıyalım.
Ö: Merhaba ben Özge. 2017 yılında Kadir Has Üniversitesi, Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nden mezun oldum. Görsel İletişim Bölümü ile de yan dal yaptım. Henüz mezun olmadan, UX tasarımcısı ve araştırmacısı olarak İstanbul’da bir ofiste çalışmaya başladım. Hala devam ediyorum orada çalışmaya.
E: Ben Ediz. Özge’den üç sene önce aynı üniversiteden mezun oldum. Sonrasında bir süreliğine, yüksek lisans eğitimi için İtalya’ya gittim. Orada iki buçuk sene kalarak, farklı stüdyolarda ve firmalarda deneyim kazandım. Sonra İstanbul’a döndüm ve şimdi bir tasarım galerisinde tasarımcı olarak çalışıyorum.
Süper Normal nasıl başladı? Süreci anlatır mısınız?
Ö: Kadir Has Üniversitesi’nde okurken, eğitim boyunca üretimin eksikliğini hissettim. Elimle bir şeyleri deneyerek üretmek istiyordum. Okulumuzda bu deneyim için uygun ortamlar çok fazla yoktu. Ama içten içe hep, teknik çizimle uğraşmak istemediğimi, üretime uygun standartlarda üretmek istemediğimi biliyordum. Benim için ilk adım, bir atölye kurma istediği buradan oluştu. Ediz’le de konuştuğumuzda, o da benzer fikirleri olduğunu söylüyordu. Ben de, o da seramik ile denemeler yapmak istiyorduk. İstanbul’da atölyeler araştırmaya başladık. Ders alabilmek ve öğrenebilmek için. Ama bir çoğu genel bilgi veriyordu ve verim alamayacağımızı farkettik. Daha sonra bir arkadaşımızdan Macaristan’da bir seramik merkezi olduğunu ve orada atölye çalışmaları verildiğini duyduk. Orayı araştırdık ve içimize sinen bir atölye çalışması bulduk. Alçı kalıp işleme ve onu parçalamak üzerine bir çalışmaydı.
E: Orada, geleneksel süreçlere nasıl müdehale edilebilir bunu gördük. Bu zaten hep aklımızdaydı. Bununla ilgili örnekler hep bizi heyecanlandırıyordu. Orada kendimiz deneyimlediğimizde, devam ettirmek istedik.
Ö: Yaparken de, okulda öğrendiğimiz üretim yöntemlerini referans aldığımızı gördük. Bir şeye dokunmak, fikirde kalan yöntemlerin ne kadar gerçek olduğunu farkettirdi bize. Kullandığımız nesnelerin nasıl üretildiğini düşünmeye başladık.
E: İki boyutlu ortamda, süreci geliştirmektense, üç boyutlu ortamda malzeme ile bir yere varmak bizi çok heyecanlandırıyor.
Ö: Bilgisayarda modelleme yaparken de, üst görünüşten, yan görünüşten bakmak bizi yine iki boyutta sınırlıyordu. Arayüzün sınırlarını aşamıyor, dokunamıyorduk. Ben bilgisayarda gördüğüm şeyin gerçekliğine inanmıyordum. Sanal bir ortamda olduğu için, gerçekliğini kaybediyor. El ile yaptığında, onun gerçek olduğunu hissedebiliyorsun. Bu çıkış noktasıyla da, İstanbul’a döndüğümüzde kirletebileceğimiz bir yer aradık. Hasköy’de bir depoya, bir masa yerleştirerek kendi kendimize üretmeye başladık. O zamanlar ismimiz yoktu.
Süper Normal ismi nasıl oluştu?
E: Atölyeye başladığımızda, etrafımızdaki insanları da haberdar etmek istedik. Bir çok tasarımcının gelip deneyimleyebileceği, kendi üretimlerini yapabilecekleri bir yer olmasını hayal ediyorduk. Daha çok insana ulaşabilmek için de Instagram hesabı açtık. Bu hesabı bir isimle açmamız gerekiyordu. Bu ismi seçme nedenimiz de, Jasper Morisson ve Naoto Fukasawa’nın birlikte açtığı tasarım sergisi. Bu sergide gündelik objeleri sergiliyorlardı. Kullanım sırasında nesneler bir zaman sonra görünmez oluyorlar. Neden görünmez oluyorlar? Sadece işlevlerini yerine getiriyorlar. Kullanım esnaları dışında, durdukları yerlerde biz onları görmüyoruz. Bu süreci yaşayan objelere, onlar “normal” sıfatını yakıştırmışlar. Biz de, normal nedir, bizim yaptıklarımız da normal olabilir mi veya başkalarının yaptıkları normal değil mi diye sorgulamaya başladık.
Ö: Sıradanlık ve neyin normal olduğu konusunda aklımızda sorular vardı. Bunlara, bu isimle güzel bir cevap bulabileceğimizi düşündük. Bu nedenle “süper normal”i seçtik.
Süreçte, bir şeyin ne kadar normal olduğunu düşünüyorsunuz. Onunla ilk defa karşılaşıyor gibi davranıyorsunuz. Bir malzemeye bakışınız da bu şekilde oluyor. Tasarım eğitimi aldınız ve öğrendiklerinizi unutarak başlıyorsunuz sürece. Mamut Art Project’te “Kalıp” adında bir seriniz sergilendi. Alçı kalıp ve seramik kullandınız. Geleneksel ve konvansiyonel bir yöntemi kendi dilinize tercüme edip sergilediniz. Bu da sizin için önemli bir adımdı. Mamut Art Project’ten sonra sizi duyan bir çok başka sanatçı ve tasarımcı oldu. Hem bunun öneminden, hem de projenizden bahseder misiniz?
Ö: 2019 yılında Mamur Art Project’te işimizi sergileme fırsatımız oldu. “Kalıp”, on parçadan oluşan bir fincan serisiydi. Fincan, herkesin bildiği, gündelik olarak kullandığı bir ürün ve gittikçe normalleşmiş bir obje. Biz de bir fincan kalıbı yaptık. Fincan denilince akla ilk gelen, herkesin tanıdığı bir formu seçmeye özen gösterdik. Fincanın kalıbını aldıktan sonra, ona müdahale etmeye başladık. Her aşamada, kalıbı parçaladığınızda, bazı aletlerle onu oyduğunuzda farklı bir fincana ulaşıyorsunuz. Biz bunu on kere tekrarlayarak, fincanın, kalıbına müdahale edilerek zamanla nasıl değişim gösterdiğini ve bunun bitmeyen bir süreç olduğunu göstermek istedik.
E: Biz on parça ile sınırladık. Kalıp bozuldukça, o fincan daha da amorf bir form alacak ve hatta kaybolmaya başlayacak.
Ö: Orataya çıkan son halini görenler, onu bir fincan olarak tanıyor mu yoksa onlar için bambaşka duygular yaratan bir nesneye mi dönüştü görmek istedik. Amacımız buydu. Sergi sırasında gözlemlediğimiz bir şey de, sondan başa okumak. En bozulmuş halinden, en normal haline göre okuyanlar oldu. Bozuk olanın, gittikçe standartlaştığını ve düzgün bir hal aldığını düşündüler. Standart olana, pürüzsüz yüzeylere, hataları yok edilmiş temiz yüzeylere o kadar alışılmış ki, bizim bozmaya çalıştığımız fincanı, düzeltilmiş sandılar. Bizim amacımız hataları yaratmaktı.
E: Kalıpta bilerek hatalar yarattık. Bu hatalar, objenin fiziksel fonksiyonunu yerine getirmesinde ne kadar kabul edilebilir? Ne kadar hata bu fincanı kullanılmaz hale getirir? Veya ne kadar insanı kendisine yakınlaştırır ve işlevi hakkında düşündürtebilir? Bu soruların cevaplarını görmek istedik.
Ö: Bir çaydanlıkla devam ettirdik seriyi. Gündelik nesnelerin değişime girebileceğini ve özgürlüklerini kazanabileceklerini düşündük.
Herkesin normal olarak karşıladığı nesneyi, yöntemleriniz ile ters yüz edip, kendi normalinizi insanlara sunuyorsunuz. O noktada herkes başka bir okuma yapıyor.
E: Süreç içerisinde, ilk bakışta olmaz dediğimiz yöntemleri deneyip, onu kendimiz için normalleştiriyoruz. O zaman yeni bir şey çıkıyor.
Ö: Bakış açımız hiç bir zaman sonuç odaklı değil. Sonunda ne görmek istediğimizi düşünerek başlamıyoruz işe. Yaparak öğreniyoruz. Ne çıkacağını tahmin edebiliyoruz, fakat tam olarak nasıl görüneceğini hiçbir zaman bilmiyoruz. Bunu kavradıktan sonra, her yaptığımız müdehalede formun nasıl evrileceğini görüyoruz. Bitmiş ürünü düşünmemek bizi heyecanlandırıyor.
Final odaklı değil süreç odaklısınız. Okuldan mezun olmuş olsanız da, kendi atölyenizde yaparak, deneyerek öğrenme sürecinize devam ediyorsunuz.
E: Evet, süreç hiç bir zaman doğrusal ilerlemiyor. Bazen bir şey devrilip düşüyor ve ondan ilham alabiliyoruz.
Buna ne kadar tolerans gösteriyorsunuz? Olan her şey sizin için kabul edilebilir mi?
Ö: Bilinçli bir süreç bu. Bir malzemeyi işlemeden önce onunla neler yapabileceğimizi, hangi aletlerle şekillendirebileceğimizi düşünüyoruz. Bazen de etrafımızda gördüklerimizin etkisi oluyor.
E: Objenin başına gelen şey ile bir nedensellik kurabiliyorsak, onu bir yönteme dönüştürebiliyoruz. Bu noktada kabul edilebilir oluyor bizim için.
İnsan etkisi olmadan biçimlenen nesnelerin nasıl dönüştüğünü kaydediyor, araştırıyorsunuz. Akbank Sanat’ta yaptığınız işte, aslında çok doğal yollarla oluşmuş bir formu anlattınız. Buradaki süreç nasıldı?
E: Buradaki işin süreci, “Kalıp”tan farklıydı. Bir arkadaşımızın endüstriyel inek çiftliğinde gezerken karşılaştığımız kaya tuzları ilgimizi çekmişti. Bu kaya tuzları, endüstriyel hayvancılıkta, hayvanların doğal yöntemlerle alamadığı mineralleri alabilmesi için onlara yalatılan kaya tuzları. Meraların ön kısımlarında duran kaya tuzlarını gördüğümüzde formları bizi çok etkiledi. Bu formun, ineklerin, kaya tuzlarını yalayarak, ortaklaşa ürettikleri bir form olduğunu öğrendik. İneklerin, ortak bir bilinçle, bir tasarım veya sanat objesi yarattığını hayal etmeye başladık.
Ö: Akbank Sanat’ın yarışma teması, ortak stratejilerin gösterisiydi. Bu tema etrafında da yaptığımız iş şekillendi.
E: İneği, fiziksel olarak kullanmanın yanı sıra, tasarımcı bakış açısıyla yaklaşarak ineklerin bilincinden yararlanmayı düşündük.
Ö: İneğin dilini, bir araç olarak gördük. “İnekler artık sizin için tasarlıyor” diyerek bir katalog oluşturduk. İstanbul’da bazı kasapları gezip, inek dillerini fotoğrafladık. Bunları özelliklerine göre grupladık.
Akbank Sanat’ın hemen ardından, Fransa’da Boisbuchet’de bir atölye programına katıldınız. Orada neler yaptınız?
Ö: Bir gönüllü çalışma programına gittik ve orada iki ay geçirdik. Programdan bahsetmek gerekirse, her hafta farklı tasarımcıların yürüttüğü iki veya üç tane atölye düzenleniyordu. Biz orada, dünyanın farklı noktalarından gelen birçok tasarımcıyla tanışma fırsatı yakaladık. Farklı bakış açılarını ve teknikleri görmemizde etkili oldu.
Mamut Art Project ve Akbank Sanat, işlerinizi sanat bağlamında sergilemenize imkan tanıdı. Bunun dışında neler yapıyorsunuz? “Ürün” olarak nitelendirdiğiniz ve satışa sunabileceğiniz çalışmalarınız da var. Bu ayrımı nasıl yapıyorsunuz?
Ö: Satış, bir fonksiyon beklentisi doğuruyor bizce. Biz bunu yapmıyoruz. İstanbul’da Han of Design’da ve Space Cactus’te, Eskişehir’de OMM’da satılan işlerimiz var. Bu objelerin tanımlı fonksiyonları yok. Kullanıcının hayal gücüne göre fonksiyonun değişebileceğini düşünüyoruz.
E: Mamut Art Project ve Akbank Sanat’taki işlerden farkı bu. Onlar deneyim üzerinden işlediğimiz konularken, bu nesneler, malzeme denemelerimizin çıktıları.
Çalışmalarınız boyunca iki kişi olmanız nasıl bir etki oluşturuyor?
Ö: Bahsettiğimiz iki iş de sanat sergisinde yer aldı. Buraya gelen kişiler, sanatın iki kişinin fikriyle nasıl yapılabileceğini çok sorguladılar. Tasarım eğitimi almış olmamızın çok büyük bir etkisi var bu noktada. Üretim süreci, ortak olan bir süreç.
E: Ortak çalışmak, tasarım pratiğinin bir parçası.
Ö: Bir fikri beraber tartışıyoruz. Tartışmak, yeni fikirleri oluşturuyor. Sanattan ayrıldığımız nokta bu.
Son olarak İmece’den bahsedebiliriz. Çıkış noktanız yine ham bir malzeme. Orada neler yaptını?
Ö: İmece’de mantar yetiştirmeye çalıştık. İmece’nin amacı, mekanı kullanarak süreci göstermek. Oradaki karanlık ortam ve terkedilmiş olması, mantar yetiştirme fikrini aklımıza getirdi.
E: Atık olabilecek ürünleri kalıp olarak kullanıp, bu ürünlerin içerisinde mantar yetiştiriyoruz.
Ö: Mekan da atık gibi. Bizim için tamamen bir süreç bu. Denemeler yapıyoruz. Orada olan sanatçılarla ve sonrasında sergiye gelenlerle bu süreci gözlemledik.
Editör: Özge Adanır
Podcast Edit: Şahin Paksoy