Modern mimarinin önde gelen temsilcilerinden Mies Van Der Rohe, minimalizmin ve işlevselliğin ön planda tutulduğu tasarımlarıyla biliniyor. 20.yüzyılın en etkili mimarlarından biri olan Mies Van Der Rohe, kariyerine Walter Gropius ve Le Corbusier ile birlikte çalıştığı Peter Behrens’in stüdyosunda başladı. Peter Behrens, Mies’in tasarım felsefinin şekillenmesinde etkili bir role sahip.
Basitlik, işlevsellik ve estetik arasında denge kurmaya odaklanan mimarın tasarım yaklaşımının merkezinde ünlü sözü ‘’Less is more’’ (Az çoktur) bulunuyor. Gereksiz süslemelerden ve abartılı detaylardan arınmış bir yaklaşımla geliştirdiği zamansız yapıları, modern mimarinin en önemli örneklerinden. Malzemelerin doğallığını vurgulayan Mies’in yapılarında en yaygın kullandığı malzemeler cam ve çelik. Bu iki malzemeyi tasarımlarında en işlevsel haliyle kullanmaya özen göstererek hafif, şeffaf ve dayanıklı yapılar ortaya çıkardı. Dönemindeki geleneksel kapalı alanların aksine cam malzemesini geniş ölçeklerde uygulayarak, iç ve dış mekan arasındaki sınırları muğlaklaştırdı.
Sizler için Mies Van Der Rohe imzası taşıyan Barselona Pavyonu, Farnsworh Evi, Neue Nationalgalerie Müzesi, Seagram Binası gibi bugün hala mimarlık camiasında etkisini sürdüren ve ilham olan yapılardan bir seçki derledik.
Modern mimarinin önemli bir örneği olan Barselona Pavyonu, minimalist tasarımı ve estetik bütünlüğüyle öne çıkıyor. 1929 yılında Barselona Uluslararası Sergisi için tasarlanan yapı, bir sergi binası olarak geliştirildi. Sakin bir arazide, düz bir zemin üzerine inşa edilen yapı traverten, cam ve çelik malzemelerinden oluşuyor. Çelik çerçeveler, ince kolonlar ve cam duvarlarla desteklenen açık plan düzeni, yapıya mekânsal bir bütünlük kazandırırken, iç ve dış arasındaki sınırları ortadan kaldırıyor. Dört farklı traverten taşından geliştirilen bazı duvarlar ve zemin, yapının geometrisini ve modern duruşunu güçlendiriyor. Modern mobilyalarla düzenlenen iç mekanda, Mies’in pavyon için tasarladığı ‘’Barselona Koltuğu’’ mekanda hakim olan estetik anlayışıyla bir bütünlük yaratıyor. Barselona Pavyonu, bulunduğu bağlamla kurduğu iletişimi, minimal ve işlevsel tasarımıyla modern mimarinin en önemli eserlerinden biri olarak kabul ediliyor.
20.yüzyılın süsten uzak, yalın geometrilerden oluşan rasyonel mimari anlayışıyla geliştirilen Farnsworh Evi, Mies Van Der Rohe’nin, Barselona Pavyonu’ndan sonra serbest mekan arayışıyla geliştirdiği ilk yapı. Amerika’da Illinois Nehri kıyısında düz bir arazide konumlanan ev, çevresindeki doğayla bütünleşiyor. Topoğrafya ile direkt olarak temas etmeyen yapı, iki yanında bulunan 4’er adet taşıyıcıyla araziye entegre ediliyor. İç mekanda taşıyıcı elemanları bulunmayan yapı, çevresindeki 8 kolonla destekleniyor. Yapının tüm cepheleri, cam doğramalardan oluşuyor. Böylece yapı ve doğa arasında güçlü bir harmoni sağlanıyor. İç mekanlardaki mahremiyet, evin etrafını saran ağaçlarla sağlanıyor. Mies, yaptığı bir röportajda bu yaklaşımını, ’’Doğa da kendi hayatını yaşamalı. Onu, evlerimizin renkleri ve içerideki mekanizmalarla bozmamalıyız. Doğayı, evleri ve insanları büyük bir birlik yaratacak şekilde bir araya getirmeye çalışmalıyız,’’ cümleleriyle açıklıyor. Farnsworh Evi, tasarımı ve teknik çözümlemeleriyle, mimarın ‘’Less is more’’ felsefesini en iyi yansıtan yapılardan biri.
Neue National Gallery, 20. yüzyılın ilk yarısına odaklanan bir modern sanat müzesi. Dikdörtgen formlu tasarım, yapının minimal yaklaşımını desteklerken; cam cepheler, yapıda mimari bütünlük yaratıyor. İç mekanın hafifletilmesi üzerine bir tasarım kurgusuna sahip olan bina, iç ve dış mekan arasında anlamlı bir diyalog yaratıyor. Açık plan düzeni, ziyaretçinin sanat ve doğayla olan etkileşimini güçlendirmeyi hedefliyor. Cephelerin ortalarına yerleştirilen ikili kolonlar, çelik malzemeden oluşan düzlemsel çatıyı destekliyor. Özgün tasarımıyla dikkat çeken Neue National Müzesi, 2015 yılında David Chipperfield tarafından, Mies’in tasarım yaklaşımı korunarak restore edildi.
Mies Van Der Rohe’nin ilk gökdeleni olan Seagram Binası, 38 katlı bir ofis binası olarak işliyor. Pritzker ödüllü mimar Phillip Johnson ile işbirliğinde geliştirilen yapı, New York’ta konumlanıyor. Yapının bronz kaplama ve cam cepheleri, binaya şeffaflık kazandırıp gün ışığı alan ferah mekanlar sunuyor. Cephe tasarımı, yapının üzerine oturduğu granit zemin ile bir bütünlük sağlıyor. Çelik ve cam malzemenin birlikte kullanımı sayesinde yapı, heybetli görünümüne rağmen bir hafiflik algısı yaratıyor. Cepheyi saran çelik strüktüri bronz malzemeyle kaplanarak öne çıkıyor. Yapı, teknik çözümleri ve basit formlarıyla modern mimarinin en önemli örnekleri arasında yer alıyor.
Illinois Institute of Technology (IIT) kampüsünde yer alan SR Crown Hall, Mies Van Der Rohe’nin tasarım felsefini en iyi yansıtan ikonik yapılardan biri. Düz bir araziye yerleştirilen yapı, cam ve çelikten oluşan minimalist bir estetiğe sahip. Mies’in diğer yapılarında da gördüğümüz açık plan sistemi bu yapıda da sürdürülüyor. İç ve dış alanlar açık mekan planlamasıyla birleştirilerek ferah ve aydınlık bir atmosfer sağlanıyor. Kampüs binasında, taşıyıcı elemanlar optimum şekilde kullanılarak tasarımın işlevselliğiyle birlikte iç mekan estetiği de destekleniyor.