Piknik Works ile performatif çizim deneyimleri üzerinden mimarlığı pratik etme biçimlerini konuştuğumuz bir söyleşi gerçekleştirdik.
Piknik olarak mimari ve sanatı bir araya getiren etkileşimli deneyimler kurguluyorsunuz. Piknik’in kurulma fikri nasıl ortaya çıktı, kimlerden oluşuyor ve çalışma alanları neler?
Piknik, 2017 yılında Oğul Öztunç ve Atıl Ağgündüz tarafından çizim eylemini merkezine alarak üretmeyi ve üreterek araştırmayı hedefleyen bir oluşum olarak kuruldu. Çizim yapmayı seven iki arkadaş olarak uluslararası yarışmalar, bienaller ve sergiler için birtakım maceralara atılmaya başladık. Kısa süre içinde bu bir pratiğe dönüştü. İsmi ise o zaman bize üretim enerjisi veren ortamımızı hatırlatan 'Piknik' oldu. Kendi başına biraz kafa karıştırıcı bir isim. Daha sonra sonuna ‘works’ ekledik.
Burada çizim derken sadece bildiğimiz anlamda çizmek eyleminin bir sonuç ürünü olarak ortaya çıkan temsili değil, 'çizmek eylemi'nin etrafında dönen konularla ilgili bir pratiği hedeflediğimizi belirtmek gerekir. Gözlemlemek, anlamak, irdelemek, keşfetmek, görülmeyenleri ortaya çıkarmak, alışılmadık yollarla hikayeler anlatmak, hayal etmek, mekanlar kurmak için araçsallaşan bir performatif eylem olarak çizim. Fitili ateşleyen ilk projemiz, her seferinde bir parçasını hayal ederek gün aşırı çizdiğimiz, hiç bitmeyen, sonsuz bir plan çizimi yapmaktı. Zamanla Piknik'in üretim terazisinde tasarım / sanat ekseninde yaptığımız performans ve yerleştirme işlerinin ağırlık kazanmasıyla birlikte, ekibe 2019 yılında Melodi Gülbaba katıldı.
Piknik Works, Stockholm Performative Drawing
Birçok iş kolunda paylaşımcı iş modellerini daha sıklıkla görmeye başladık. Siz bu modeli hem kendi ekibinizde hem de birlikte çalıştığınız diğer kişilerle ve kurumlarla nasıl kurguluyorsunuz?
Açık konuşmak gerekir ise “paylaşımcı iş modeli”ni pek bilmiyoruz, yani işlerin ve çalışmanın akışında kendiliğinden ortaya çıkan bir durum genellikle bizim için. Birlikte iş yapmak zaten birçok şeyi paylaşmayı gerektiriyor. Fikirleri, tartışmaları, teknikleri, iş yükünü, zamanı ve işten alınan hazzı paylaşmaya çalışıyoruz.
Kendi çekirdek ekibimizde çalışma sistemimiz üretimlerimiz esnasında zamanla oturdu. Birlikte ticari olarak çalıştığımız kurumlarla da bir sistem oturttuğumuzu söyleyebiliriz. Sanat kurumları ve enstitülerle ise her seferinde yeni bir macera oluyor ama bir yordamını buluyoruz.
Daha geniş gruplarla üretirken ise bu konu, verdiğimiz çok sayıdaki atölyede ve okulda verdiğimiz derslerde üzerine düşündüğümüz bir mesele oldu. Açıkça söyleyelim, bu tür ortamlarda, ince düşünülmüş sistemli bir yaklaşımın, kurallar koyarak oyunu daha keyifli hale getirdiğini ve yaratıcı ortamı beslediğini düşünüyoruz. Paylaşımcı olmak adına her konunun çok belirsiz bırakıldığı ve herkesin istediğini istediği şekilde yapmakta özgür bırakıldığı yaratıcı ortamlar bazı durumlarda verimli olabilir, ama bizim tecrübemizde ve irdelediğimiz konularda genelde bu yaklaşım düşünce tembelliği ve üretme korkusuyla sonuçlanıyor.
Piknik Works, Stockholm Performative Drawing
Günümüzde kent yaşamında deneyime çok daha fazla ilgi gösteriliyor. Festivallerin sayısının artması, daha çok seyahat edilmesi, paylaşım ekonomisi, ortak çalışma ve yaşama alanlarının artması bunun göstergeleri arasında. Bu gelişmelerle çok iyi örtüştüğünü düşündüğümüz ‘performative drawing’ deneyimlerini nasıl kurguluyorsunuz?
“Performative Drawing”dediğimiz bu seri, aslında tam olarak bahsettiğiniz yüksek etkileşim ortamı içerisinde zamanla kendi kendini oluşturmuş bir iş. Yıllar içinde ürettiğimiz işlerde, bazen devasa boyutlardaki bir masterplan çiziminin başında geçirdiğimiz 38 saatten sonra, bazen kendi kendimize heyecanlanarak giriştiğimiz deneylerde, çizim eyleminin sınırlarını ve performatif alanını farklı kanallarla deneyimleyecek birkaç iş hayali oluşmuştu kafamızda.
Daha sonra, İsveç Araştırma Enstitüsü’nden aldığımız bir davet ile dahil olduğumuz uluslararası bir sanat projesindeki çalışma alanlarından biri olan, İstiklal Caddesi üzerindeki İsveç Konsolosluğu’nun bahçesindeki ufak bir şapel, Performatif Çizim işinin fitilini tutuşturan yer oldu. Hikaye anlatan, atmosfer kuran bir araç olarak çizim / mekan arasındaki ilişki ve bir hikaye anlatıcısı olarak mekanın tarihsel örnekleri düşünüldüğünde; bu işin ilk sorularını sormak için, etrafından hafifçe soyutlanmış, iç mekanı beyaz duvarlarla örülü, çağdaş bir şapel yapısından daha uygun bir mekan olamazdı.
Bir yandan çizimin, bedenin ve mekanın performatif potansiyeline odaklanan bir çalışma kurgularken, işin içeriğinin kendi kendini yıllar içerisinde hem yeni deneylerle, hem de bu etkileşimin zemini olan gündelik hayattan ve konuyla ilgili sanat tarihi külliyatından beslenerek dönüştürecek olmasını oldukça önemsiyoruz.
Mimari deneyimlerin kurgusunda sizin bakış açınızdan en önemli gelişmeler neler?
Günümüzde sanat ve mekan pratikleri arasındaki alanda gerçekleşen çok yönlü özgürleşme, sorulan yeni sorular ve kurulan yeni deneyimleme biçimleri bize oldukça ilginç geliyor. Bu tür mekanlarla genelde geçici olarak doğrudan sokakta, bazen de sergi veya festivallerde karşılaşıyoruz. Epey ilgimizi çeken bir diğer konu ise çağdaş günlük hayat ve kent kültürünün mimari deneyimlerin kurgusuna etkisi.
Performatif Çizim işinin mimarlık bilgi alanına bağlantılarını didiklediğimizde, şimdiye kadar yaptığımız iki işte de başka tür mekansal sorular sorduğumuzu ve başka tür deneyimler edindiğimizi söyleyebiliriz. İlk işimizde bir şapelin içinde kapalı, içedönük bir macera yaşadık. İkincisi ise Stockholm’de çok işlek bir caddenin kendimize inşa ettiğimiz bir 'vitrin mekan'da, sokak ile iç içe geçti. İkisi de üç gün sürdü ancak mekansal deneyimin kurgusu bambaşkaydı.
Belki ‘en önemli’ denmez ancak bu işin çemberinde sıklıkla konuştuğumuz ve tartıştığımız konular; çizimin bir mekan kurma aracı olup olamayacağı, mekan üzerine eklenen çizim ve anlatının mekanı dönüştürme gücünün bugünün mimarlık anlayışına olan mesafesi, yapıların bir noktada çeşitli sebeplerle yitirdiği anlatıcı özelliğinin bugün çağdaş bir zeminde ironik bir biçimde geri çağrıldığında ne ifade edebileceği. Bu çalışmanın, kendine sanat ve mekan pratiklerinin ara kesitinde, dürbünün ucuna kent kültürü ve gündelik hayatını koyan bir alan açacağını umuyoruz. Dürbünün ucu çünkü henüz gideceğimiz yerin küçük bir kısmını görüyoruz. Yeni işler, yeni sorular getirecektir.
Equal Spaces projesi kapsamında hem İstanbul’da hem de Stockholm’de ‘performative drawing’ uygulamaları yaptınız. Bu iki deneyim sürecinde benzer ve farklılaşan noktalar nelerdi?
Performative Drawing serisi, her seferinde yeni bir soru sorma ve çizim/mekana dair yeni bir deney yapma hedefiyle sürdürülen bir iş. Dolayısıyla işin kendini evriltmesinin yanında, işin yapıldığı sosyal ve fiziksel çevrenin de değişiyor olması bizler için oldukça tetikleyici ve heyecanlıydı. İlk işte, içinde performans yaptığımız şapelin bu işin ilk ayağı olma açısından anlamı ve sanat / mimarlık tarihi bağlamında işin kendi kendine verdiği referanslara odaklandık. Kendine verdiği referanslar konusunu biraz açacak olursak; burada anlatılan hikaye, mağara resimlerinden kilise resimleme geleneğine, Michalengelo'dan Keith Haring'e, Perec'ten Hockney'e, Caravaggio'dan Yves Klein'a, Victor Hugo'dan Mcluhan'a, gündelik hayatın irdelenmesinden sosyal medyanın toplumu ve bireyi dönüştürücü etkilerine, geniş bir düşünce yelpazesinde işin kendi varoluşuyla ilgili mesajlarla dolu. Bu işi tamamen doğaçlama yaptığımızı göz önünde bulundurursak, içinde bulunduğumuz mekanın, o zamanki düşünce dünyamızın, tartıştığımız, dolayısıyla mekana taşıdığımız konular açısından belirleyici olduğunu söyleyebiliriz. Bir şapelin içinde olması ise şu açıdan anlamlı, işlediğimiz hikayeler sonucunda ortaya çıkan iş, çağdaş fresk denebilecek bir üretim oldu. Şapelin bir köşesinde şu yazıyordu "Michalengelo'nun Sistine Şapeli çalışması dört yıl sürdü, üstün bir ustalık gerektirdi ve sonsuza denk düşmek amacıyla yapıldı. Piknik'in çalışması ise dört günden az sürdü, dandik tahta kalemleriyle şeffaf pvc üzerine icra edildi ve sosyal medyada paylaşılıp tüketildikten sonra yok edilecek." Nitekim öyle oldu.
Stockholm’de ise bir vitrinde çalıştık denebilir. Yaya sirkülasyonu epey yüksek bir caddenin ortasındaydı. Üzerine bir anlatı eklemek ve yeni bir hikaye üretmek için sıfırdan bir mekan inşa ettik. Daha doğrusu, var olan ancak kullanılmayan büyük bir mekan içine başka bir mekan inşa ettik. 3 tarafı büyük camlarla sokağa bakan bu mekanda İsveç’in gündelik hayatını birebir izleme fırsatı bulurken, bir yandan da camlara ve duvarlara doğrudan gözlediğimiz şeyleri resmetmek bambaşka bir deneyimdi. ‘Oyuncu’ yaklaşım ve gözlem ile iş üretmek açısından biraz daha ‘Oulipo’culara, Perec’e yaklaştığımız bir tecrübe de oldu bu yanıyla. Perec bir süre durmaksızın aynı kafeye gider, aynı yerde oturup etrafına dair gözlemlerini titizce not alır. Sonra bundan roman çıkarır. Biraz böyle bir oyunculuk. Bizim işimizde bir camın üstünde şunu çalıştık mesela; ‘How to survive Stockholm street fashion’ (Stockholm sokak modasına nasıl ayak uydurulur). Saatlerce, camın arkasında, sokaktan geçen insanların üstünde başında gördüğümüz şeyleri inceleyip, tasnif edip, çizdik. Bu minvalde, işin performatif meselesi, sokakla kurulan ilişki açısından epey ilginçti. Bir diğer mesele de şöyle özetlenebilir. Bu işin ana temalarından bir tanesi mekanın konumu ve durumuna vurgu yaparak, ‘Living Groundfloors’, (Yaşayan zemin katlar) olarak belirlendi. Bu da bizi doğrudan iç / dış, zemin / sokak ilişkisi gibi konularla ilgili düşünmeye ve sorular sormaya yönlendirdi. İç ile dış arasındaki ilişkiyi belirleyen bir ara mekan olarak ‘vitrin’ fikri bu sorulardan çıktı. Bu iş, genellikle pasif, bakımlık ve kullanımsız mekanlar olarak kabul edilen vitrinin içinde üç günlük bir performans ile, bu mekanların tanımına ve şehirle ilişkisine dair sorular soruyor.
Akademik çalışmalarınızın çıktılarını projelerinize nasıl taşıyorsunuz?
Piknik olarak akademik hayatın içinde aktif olarak bulunuyoruz, farklı üniversitelerde sanat, tasarım ve görselleştirme dersleri/stüdyoları vermekteyiz. Dolayısıyla her dönem, her yeni ders bambaşka yeni sorular sormak ve deneyler yapmak üzere yeni bir fırsat oluyor. Akademi dünyası doğası gereği bu araştırmaları yapmak için oldukça geniş bir alan sunuyor. Biz de bu alanı olabildiğince kullanıyoruz, zaman zaman öğrencilerimiz de araştırma projelerimizde yer alabiliyorlar. Akademik çalışmaları ve oluşan yeni soruları Piknik’le değerlendirmenin yanında, Piknik pratiği içerisinde ortaya çıkan yeni üretimleri ve deneysel işleri de akademik çalışmalarımıza yansıttığımız, araştırma yazıları ve makalelere çevirdiğimiz de oluyor. Çift taraflı sağlam bir iletişim var bu durumda. Bu durumun Piknik’in sürekli araştırma ve yeni sorular sorma alışkanlığını sürdüreceğini umuyoruz.
Çalışmalarınızda hem geçmişe hem de geleceğe atıfta bulunuyorsunuz. Bunun kurgusu nasıl oluşuyor? Bugün için bu yaklaşımın izleyici için değeri nedir?
Kurgu kendiliğinden oluşuyor, didaktik bir amaçtan çok kendiliğinden ortaya çıkan, işin doğasına ve bağlamına dair sorular sormayı amaçlıyor. Yalnızca bugünün değil, geçmişin günlük hayat hikayelerini de Piknik’çe anlatmayı veya geleceğin günlük hayat dinamiklerini -çoğu zaman spekülatif bir üslupla - konuşmayı da seviyoruz. Bu geniş zaman skalası içerisinde günlük hayatın değişimini izlemek, irdelemek, yer yer alaya almak Piknik’in temel meselelerinden biri. Bir örnek verecek olursak, Performative Drawing #1’de Caravaggio’nun Narcissus’unu resmetmiştik duvara, bir 21.yy karakteri olarak. Karakterin başka bir sanatçı tarafından o günün gündelik hayatının içerisinde yaşayan biri olarak resmedildiğini düşününce, 21. yüzyılın Narcissus’unun nasıl olacağını düşünmek heyecanlandırıyor bizi. Bu tarz geçişler izleyicinin sanat tarihi meseleleri ile bağlantı kurmasını kolaylaştırıyor örneğin. İşin kavramsal altyapısına dair belli meseleleri yine bu tavır içinde sergilemeyi de seviyoruz, hem sıkıcı derecede didaktik olmaktan uzaklaşıyor, hem de anlatıcı rolünü kaybetmemiş oluyor.
Piknik bünyesinde araştırmalarınızı hangi alanlarda devam ettirmeyi planlıyorsunuz?
Çizimin, mekanın ve yaratıcı düşüncenin içinde olduğu birçok alanda aktif olarak üretim yapıyoruz. Bir yandan Piknik’in performans serisini başka işbirlikleri ile destekleyerek devam ettirirken, diğer yandan farklı alanlarda çizim temelli üretimler yapmayı sürdürmek niyetindeyiz. Bu meseleler etrafında turlayan, yeni hayata geçmekte olan ve yakın gelecekte gün yüzü görecek birçok projemiz var. Biz de neler olacağını heyecanla bekliyoruz.