Mimarlığa ve tasarıma alternatif pratikler geliştirirken, içinde bulunduğumuz politik ve sosyal zemine direnç olarak üretmeye devam ediyoruz. Sinan Logie ile, Gezi’den beri hem direnebilmek, hem de içinde bulunduğumuz durumu anlayabilmek için kendimizi geliştirirken geçen süreçler üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Dilek Öztürk: İnşaat sevdamız üzerinden başlamak istiyorum. Bu sevda seni İstanbul’da tutuyor gördüğüm kadarıyla, motivasyon ve eleştiri kaynağın aynı.
Sinan Logie: O inşaat sevdası beni ilk buraya çeken şeydi aslında. Brüksel’deki durgun mimarlık piyasasından bunaldığım bir dönemdi. O dönemde Süha Özkan Brüksel’de ‘7 tepe 7 Mimar’ diye bir sergi açmıştı. Han Tümertekin, Can Çinici, Şevki Pekin, Murat Tabanlıoğlu, Nevzat Sayın ve Emre Arolat’ın projeleri sergilendi. Dedim ki Türkiye’de bir şeyler oluyor. Birden 90’ların Hollandası mı, 2000’lerin İspanya’sı mı gibi bir umut yeşerdi içimde. Kandırılmışım :)
Derken bir sene sonra İstanbul’a taşınıp acı gerçeklerle karşı karşıya kalınca soğumaya başladım. O dönemde Yaşar Adanalı’nın Mutlu Kent isimli bloğunu takip etmeye başladım. Yoann Morvan ile tanıştım 2012’de. Sonra 2013’te Yoann ile yürümeye başladık. Aynı dönemde Paris’ten bir yayınevi İstanbul 2023’ü yazar msınız diye bir teklifte bulundu. Biz de başladık, üzerine Gezi oldu.
2013’te İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde ders vermeye başladım. 2012-2013 çok kilit noktası oldu benim için, İstanbul için de öyleydi. 2014’te önce Pınar Öğrenci ile MARS İstanbul, sonra Pırıl Arıkonmaz ile PG Art Galeri’de sergilere katldım. 2014 sonunda da Tankut ve Doğa ile ilk kilisel sergimi açtım. Onlar beni ikna etti, Sinan resimle de ayakta kalabilirsin diye. O sırada mimarlıktan o kadar soğumuştum ki, denemek istedim.
DÖ: Yönlendirilme çok önemli, özellikle galerinin sanatçıyı yönlendirmesi.
SL: Evet bir de daha büyük formatta çalışmamı galeri tetikledi. Bu da benim için ilginç bir deneyim oldu. Derken Yaşar Adanalı ile Mekanda Adalet Derneği’ni kurmaya başladık. Yoann ile araştırmalara devam ediyordum, Bilgi’de de dersler devam diyordu. İstanbul’da yürüme pratiği aslında beni yoğun bir şekide etkiledi.
Geçtiğimiz sene tekrar mimari proje kabul ettim. Asos’ta Babakale köyünde 14 evden oluşan, köyün doksunu devam ettiren bir proje tasarlıyoruz. Proje vesilesi ile Marmara denizinin Bursa çeperi ya da Tekirdağ, Gelibolu çeperini gidip geldim. Orada da sürekli bu inşaat manzaraları ile karşılaştım. Terkedilmiş yaplar, peyzajda fırlayan anıtsal formlar, çok çarpıcı manzaralarla karşılaştım. Bunları genelde instagramda belgeliyorum. Orası biraz hafıza deneyimi de oluşturuyor.
Sinan Logie'nin instagram hesabında paylaştığı kent ve inşaat manzaraları
DÖ: Senin arşivini de oluşturuyor. Yazdığın metinlerle de bir seçki, sergi oluyor.
SL: Evet belki onları da bir kağıda basıp sergilemem güzel olabilir. Öte yandan resimlerde olan o soyutluğu başka bir şeye bağlar diye de bir tepki çıkabilir ama belki ayrı bir sergi olabilir.
DÖ: Unutmamak için belgeliyoruz ya, dolayısıyla tarafsız olamıyorusun, taraflı oluyorsun. O taraflılık da bir noktadan sonra biriktiği zaman bir mecrada toplansın diye düşünüyorsun.
SL: 140journos’un kurucularından Furkan Temir teklif etti bir gün Anadolu’yu gezip bir kitap mı yapsak diye. Tüm bu coğrafyanın yırtılmaları, bozulmaları üzerine düşünürken, Antroposen çağın getirdikleri ile, işlerim biraz daha kavramsal şekilde bağlandı. Endüstri devriminden beri insan elinin yeryüzünü yardığı yaralardan bazıları teknik başarlar anlamında büyüleyici ama sonuçta sürekli insan elinin yeryüzündeki egemenliğinin minik tapınakları, anıtları inşa ediliyor. Bu sebeple yavaş yavaş beton heykellere de başladım 2017 yazında. Bunlar resimlerdeki şekillerin 3 boyutlu bir origamiye dönüşümü ile o manzaralarda beni etkileyen tektoniklerin birleştiği nokta oldu. Geçen yıl tekrar ODTÜ Mimarlık Fakültesi’ni gezme şansım oldun. Altuğ ve Behruz Çinici’nin o brütalist mimarisi de beni çok etkiledi. O yüzden hala yürüyüşlerin bana getirdiği bellekle, mimari eğitimimden seyrettiğim veya hayal ettiğim formları birleştirmeye çalışıyorum.
Atölyemi Dolapdere’ye taşıdım, etrafta binbir çeşit malzeme satan yer var. Bir de geçen sene bel fıtığı ameliyatı olunca, resimlerimde ellerimin ustalaşması, daha mükemmel çizgiler çizmeyi hedeflerken artık o ameliyattan sonra resmi bambaşka bir yaklaşımla çözmeye çalıştım. Daha çok teknik bir problem ve yeni bir malzeme ile yakın hissettiğim formları nasıl tekrar yorumlayabilirim diye düşündüm, daha performatif bir süreçti.
DÖ: Bu performatif yaklaşımın Temel Parçacıklar serginde güçlüydü. Fikrin tuvale geçmesindense, malzemenin fikri şekillendirmesi gibi. Atölyen de bir yandan bir inşaat alanına dönüşmüş.
SL: Evet, çoğu zaman özellikle soyut resimde sanatçıların bir tarza ulaşıp hep o tarzda devam eden bir çizgi üzerinde gitmek gibi bir eylemi var. Tabii orada sanat piyasasının beklentilerini tatmin etmek gibi de bir sorun var. Benim resim maceram 10. yılına doğru gidiyor ve henüz bir tarzım olduğunu düşünmüyorum. 15-20 yıl sonra ulaşacağım bir nokta vardır ama henüz orada değilim. O yüzden süreki yeni malzemeler deneyerek bu süreci ve güzergahı canlı tutmayı seviyorum.
DÖ: Bu dediğin şey çok önemli aslında. Bunu istikrar olarak yorumluyorum. Bir metodoloji ile bilinmek; bir noktadan sonra kendini tekrara bırakıyor. Bahsettiğin yolculuğu, deneyimlemeyi uzattığın kadar yeni şeyleri de tetikliyorsun.
SL: Evet, zaten 15 yıl mimarlık yaptım. Piyasa ve imar koşulları seni bir tekrara zorluyor. Sanat daha özgür bir alansa, onun içine geçince, kendimi tekrar bazı kurallara kilitlemek de istemedim. O yüzden bazı dönemler renkli çalışıyorum, sonra tekrar siyah beyaza dönüyorum. En önemlisi; bu üretimi de bir oyun, bir eğlence gibi görmek lazım.
DÖ: Evet bir de şu an bizi devam ettiren şey eğlenebilmek. Dayanışma içinde küçük bir topluluk var ve bu bir aradalık bizi burada tutan şey. Peki şimdi Ankara ve Brüksel’den sonra neler var programında?
SL: Aslında oldukça yoğun bir sene oldu. Eylül’de Contemporary İstanbul’da işlerim vardı. Kasım’da Ariel Sanat’ta Selim Birsel ile ortak sergimizde dört çalışmam vardı. Sonra Ocak ayında Öktem Aykut Galeri’de kişisel sergim, hemen sonrasında Rem Art Space’de karma bir sergi, Brüksel’deki fuar ve Siyah Beyaz Galeri ile 6 sergiyi atlatmışız.
Bu yaz Ariel Sanat ekibinin alternatif bir yaz sergisi olacak. Ağustos başından Eylül ortasına kada12 sanat mekanında gerçekleşecek. Bu etkinlik kapsamında yeni bir iş üreteceğim. Çayır konulu bir sergi olacak, Beykoz’da bir ekolojik tarım çiftliğinde filmler gösterilecek. Bu iş için ilk kez bir çayır soyutlamasına gideceğim. Yeni bir deneyim olacak benim için.
DÖ: Evet kentten beslenen bir üretimin var.
SL: Evet, bunu da denemek istiyorum aslında. Bu vesile ile de atölyemdeki inşaat malalarını bırakacağım ve büyük çalı süpürgelerden alacağım. Tuvali onunla çözmeyi düşünüyorum. O yüzden de hep üreteceğim iş ile ilgil malzemeyi ve kullanacağım aletleri daha önceden hayal etmeye çalışıyorum. Bu; mimari projelerde tüm o çizdiğin planın gelecekte yaratacağı teknik sorunları öngörmeyi çözme alışkanlığımdan da kaynaklanıyor olabilir.
DÖ: Atölyen de bir laboratuvar gibi oldu sanırım, sen de böyle bir süreçten geçiyorsun.
SL: Heykelleri yapmak için döner bıçağı bile aldım. Straforları kesmek için maket bıçağı yetmiyordu, Kasımpaşa’dan döner bıçağı aldım.
DÖ: Üretimin için kullandığın malzemeler de bir bellek.
SL: Evet
DÖ: Aslına bakarsan, bir çalı süpürgesi almaktan da korkmamak gerekiyor. Kaygı ile yaklaşmadan… Laboratuvarda korkmazsın ya, deney yaparsın, yanılabilirsin, hata yapabilirsin.
SL: Evet hatta çoğu zaman hata yapınca yeni bir şeyler öğreniyorum.
DÖ: Türkiye’de az önce bahsettiğimiz dayanışmayı nasıl görüyorsun? Sen nasıl karşılık görüyorsun, destek alıyorsun?
SL: Gezi’den beri özellikle genç nesil; hem öğrencilerim, hem de genç sanatçılar içine kapanıp okumaya yoğunlaşıp var olduğumuz durumu anlayabilmek ve onu kavramsallaştırabilmek için akademik ve teorik okuma yapıyor. Neo-liberalizm üzerine 30 yıldır makaleler yazılıyor. Neyin içinde olduğumuzu yeni yeni anlamaya başladık aslında. Bu gerçekten değer verdiğim bir şey. Avrupa’da gözlemlediğim gençlerin önümüzdeki 150 yıl yaşadıkları şehir ve yaşam koşulları aşağı yukarı aynı olacak ama Türkiye’de tüm bu değişimler çok daha vurgun. İnsanlar hem direnebilmek, hem de içinde bulunduğumuz durumu anlayabilmek için kendilerini geliştiriyorlar. 2016’dan beri insanlar atölyelerine kapanıp daha çok üretim yaptı bence. Bir sürü iş birikti. Henüz sergilerde görmediğimiz kaliteli şeyler üretildi. Zor koşullarda yaşam her zaman üretkenliği tetikliyor. Picasso’nun Guernica tablosu gib bir şeye de ithafta bulunabilirim. Öte yandan kesinlike bir dayanışma da doğuyor, insanlar okuduklarını anladıklarını paylaşma ihtiyacı duyuyorlar. Azınlık olma hissinin de verdiği bir dayanışma. İnsanlar kendilerini yok olmakta olan bir türe ait olma hissiyatına kapılabiliyor maalesef; seçim sonuçlarına da bakacak olursak.
Sinan Logie'nin instagram hesabında paylaştığı kent ve inşaat manzaraları
DÖ: Farklı şekillerde direnç gösteriyoruz ve daha açık oluyoruz, daha çok paylaşıyoruz. Bu; üretimi de etkiliyor dediğin gibi. Genç sanatçılar, mimarlar ve hatta öğrencilerimiz daha cesurlar ve daha çok direnc gösteriyorlar gibi geliyor bana.
SL: Evet mesela Bilgi Üniversitesi’nde bitirme projelerini yapan endüstriyel tasarımcılar, mimarlar, öğrenciler tamamen alanlarının dışına kayan önerilerle geliyorlar. Biz üniversiteye gittiğimizde bu tüketim toplumu için ürünler üreten bir teknisyen olarak yetiştirilmişiz. Oysa onlar herhalde dünyanın artık kapitalizmle devam etmeyeceğini hisseden bir içgüdü ile bambaşka yerlere evrilen ama tüm bu akademik birikimi de kullandıkları yeni yollar açıyorlar kendilerine. O yüzden de ben oldukça umutlanıyorum. Bir tek İstanbul’daki öğrencilerimde de değili Anadolu’daki bazı üniversitelerde de durum bu şekilde.
DÖ: Evet hem fikirim seninle. Mekanda Adalet Derneği'nde nasıl bir gündeminiz var bu sene?
SL: Dümendeki kaptan Yaşar Adanalı. Yaşar’ın yanısıra dernekte 3 kişi daha çalışıyor. Kanadalı bir STK’dan birkaç yıllığına bir fon elde ettik. Bu sene 3 kitap planımız var, ikisi basıldı. Bu yaz yine yaz okulumuzu yapacağız. Haziran sonunda 3 hafta süren bir programla kent yürümeleri ve akademik sunumlar, okumalar olacak. MAD, 20 kurucu üyenin olduğu bir dernek. Ben tamamen gönüllü çalışıyorum. Özel üniversitede çalışıp, sanat dünyasında kazandıklarım sayesinde boş vaktimde böyle gönüllü işler yapabilmek dünyadaki adalet için gerekli geliyor. Bir yandan da Bilgi Üniversitesi’nden Emrah Altınok ve öğrencilerimizle Maltepe’deki Gülsuyu Gülensu Mahallesi’nde gönüllü bir tasarım sürecine girdik son iki yıldır.
DÖ: Nasıl bir süreç, anlatabilir misin?
SL: Bu mahalle son derece örgütlü ve dayanışması yüksek bir mahalle. Bir de Maltepe Belediyesin imar müdürünün iyi bir vizyonu var. Türkiye’de ilk kez bir imar planının plan notuna “Katılımcı tasarım süreci ile yaplacaktır” diye bir not geçirildi.
DÖ: Bir devrim yani.
SL: Evet bir devrim. İBB’den de onaylandı o not.
DÖ: Uzun süredir o bölgede devam eden bir direnç var.
SL: Evet, kabul edilmeseydi herhalde E5’i trafiğe kapatacaklardı. Şaka bir yana, en önemli şey oradaki halk mahallesine sahip çıkmak istiyor ama imar planlarını okuyunca, onun 3 boyutta neye tekabül ettiğini anlamaları zor. Biz de onlara bazı değişik ada tipolojileri üzerinde imar kanunun mimaride nasıl bir şeye evrilebileceğini gösteriyoruz. Açık nizam, 8 katl bir blok olursa nasıl bir doku olacak ama daha alçak katlı ve bitişik nizam bir sistemle gelişirse; mahalledeki yoğunluk artsa bile hala o eski sokak dokusunu koruyabileceklerini gösterdik. O sayede de bir plan notu daha eklendi serbest nizam olarak. Değişik tipolojiler için öneriler yapıyoruz şu anda ve bu bir tür tasarım rehberine dönüşecek.
DÖ: Bu aslında tam anlamı ile mekanda adalet yaratan bir misyon ve sorumluluk yüklenilen bir örnek. Ürettiğin şeylerin de bundan bir farkı yok, hepsi aynı dili konuşuyor.
SL: Evet umarım iyi bir örnek oluşturur ve tekrarları olur.
DÖ: Çok teşekkürler!